Bizler, Atatürk İlke ve İnkılapları
çizgisinde ve Cumhuriyet’in temel ilkeleri doğrultusunda siyasi yaşamını
şekillendirmeye çalışan bir grup üniversite öğrencisiyiz. Türkiye’nin siyasi
geleceği hakkında aynı kanaati taşıyıp CHP’de birleşmemiz ve kanaatlerimizi
ülke insanlarımıza yansıtma hedefinde olmamız bizleri inceayarsiyaset.blogspot.com ismi altında
birleşmeye ve ülkemizin birlik ve beraberliğini temel almak suretiyle CHP’ye
hizmet etmeye sürükledi.
2013 Temmuz ayında kendi
imkanlarımız dahilinde bloğumuzu kurduk ve derslerimizin ağırlığına rağmen
vaktimizi düzenleyerek kendi aramızda görev paylaşımı yaptık.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen
iktidarın gerçek yüzünü halkımıza tanıtma, Cumhuriyet Halk Partisi’nin dünü, bu
günü ve yarınını reel olarak insanlarımıza aşina kılma yönündeki hedefimize
devam ettik, üstelik ödün vermeksizin!
Siyasetin gerektirdiği ahlaki
anlayışı çalışmalarımızın desturu yaparak her türlü ağır eleştiri ve hatta
bazen itham ve çirkin sözlere göğüs gerdik. Defalarca bloğumuz kapatılmakla
tehdit edildi ve bizlere de vatan haini yaftası vuruldu ve defalarca youtube,
twitter ve facebook hesaplarımız kapatıldı.
Bunca sıkıntılara rağmen bir yılı
aşkın idare ettiğimiz bu blogun giderleri bizlerin gücü ötesine taştı ve
bizleri satışa çıkarmaya mecbur etti.
inceayarsiyaset.blogspot.com’un
Özel Bilgileri
Yönetici: Kemal Yıldırım
Takipçisi: 1453
Görüntüleme: 555799
Yüklediği fotoğraf: 5376
Yönetici: Hakan Çetin
Takipçisi: 85
Görüntüleme: 155262
Yüklediği fotoğraf: 2600
YouTube’deki abone sayısı: 193
CHP Manisa Milletvekili Özgür Özel’in 13 Mayıs’ta yaşanan facianın
ardından ulaştığı belge, kazanın yaşandığı gün 14.00’ten itibaren
madendeki karbonmonoksit salımını gösteriyor. Savcının elinde olan
belgelere göre kazadan 1 saat önce madendeki karbonmonoksit salımı bir
miktar yükseliyor ve riskli kabul edilen 50 ppm oranının üstüne çıkıyor,
ancak birkaç dakika sonra yeniden bu oranın altına iniyor. 15.10’da
yaşandığı belirtilen kazadan 6 dakika önce 15.04’te karbonmonoksit
miktarı hızla yükseliyor. 15.04’te 100 ppm’in üzerine çıkan
karbonmonoksit miktarı kazanın yaşandığı dakikada 500 ppm’i buluyor.
Milliyet'te yer alan habere göre; bu belgeyle birlikte, karbonmonoksit
miktarının yükselmeye başlamasından sonra yapılabilecek bir uyarı ve
hızlı tahliye ile işçilerin kurtarılıp kurtarılamayacağı akıllarda soru
işareti olarak kaldı.
300’ün üstü ölüm noktası
Özel, şunları kaydetti: “Tahliye imkanı olabilir gibi gözüküyor.
Karbonmonoksit salımı bu. Önceki günlerde de defalarca 50’nin 100’ün
üzerine çıktığına ilişkin veriler var savcının önünde. 50’nin üstünün
kaydedilmesi ve tedbir alınması gerekiyor. 50’den sonra insan sağlığı ve
maden güvenliği açısından tehdit başlıyor. 50 ile 100 arasında belli
uyarılarla çalışılıyor ama 100’den sonra kesin tahliye etmek gerekiyor.
300’den sonra ilk solumada ölüm noktası olduğu bize belirtildi. Bu
sensörün neredeki sensör olduğunu bilmiyoruz. En son iki gün önce olmak
üzere belli bir süredir karbonmonoksidin sürekli yükseldiği görülüyor.
Savcı da neden teknik nezaretçi defterinin doldurulmadığını, önlem
alınmadığını Akın Çelik ve diğer gözaltındakilere defalarca sordu.
İşçiler, bana, ‘çizmeler son 15 günde yarıya kadar ter doluyordu. 2
saatte bir çizmeyi boşaltıyorduk terden. Çok sıcak diye hep söyledik’
diyor. Maden yetkilileri ise ‘bir şey yok’ demişler. Bu madenin kapanan
başka bir yerinde sızdırmazlığın sağlanamadığı içten içe bir yanmanın
gitgide ilerleyerek madeni ısıttığı belirtiliyor. Patlama günündeki
uyarılar daha önce de verilmiş gözüküyor.”
‘Madene 1 saat sonra ittim’
Özel, savcıların İşletme Müdürü Akın Çelik’e bu konuyu ısrarla
sorduğunu anlattı. Çelik’in sorguda şu ifadeleri kullandığı öğrenildi:
“Olay günü 15.00 sıralarında madendeki arkadaşlardan biri telefonla
aradı. U3 bölgesi olarak tanımlanan yerden Duman çıktığını söyledi.
Çocuğumun rahatsızlığı nedeniyle madene 1 saat sonra gittim. Kömür
kızışması doğal bir olaydır, kendiliğinden gerçekleşir. Olayın sebebini
bilmiyorum. Bilirkişi raporlarıyla gerçek ortaya çıkacaktır. Çalıştığım
süre boyunca söz konusu maden ocağında herhangi bir anormallik görmedim.
Görevim gereği teknik nezaretçi defterine teknik nezaretçinin yazmış
olduğu aksaklıklara ilişkin tutanakta belirtilen varsa aksaklıkları
düzeltmek ile görevliyim. Maden içindeki gaz değişimine ilişkin
ölçümleri yapan sensörler ve bu sensörlerin ölçümlerini takip eden
görevliler bulunmaktadır. Herhangi bir gaz değişimi olduğunda bu hususta
görevli personele bilgi verilmektedir. Bu durum görevli personelce
değerlendirilir ve yapılması gereken işlem yapılır.
Kaza sırasında madene girerek işçilerin kurtarılması çalışmasına
bizzat katıldım. Bu nedenle ölüm tehlikesi geçirdim. Ayrıca müdürü
olduğum işletme sürekli olarak hem özel hem de kamu denetçileri
tarafından denetlenmektedir. İş sağlığı güvenliği sistemi işletmemizde
mevcuttur. Herhangi bir eksiklik bulunmamıştır. Olayın neden
kaynaklandığını biz de tespit edemedik.”
Megafon ve skor iddiası
Özel, madenle ilgili bir başka eksikliği de şöyle anlattı: “Maden
devralındığında duvarlarda megafon sistemi varmış. Bu sistem, hem tek
düğmeyle kontrol kısmına ulaşmaya hem de her yeri kontrol eden bütün
bilgilerin geldiği kontrol odasının bütün yerlerden anons yapmasını
sağlıyor. İşçiler, bana, ‘Doğu Alman modeli bir cihazdı ve çok iyi
çalışıyordu’ diyor. Sökülme nedeni maç skoru sorulmasıymış. İşçiler,
‘Yukarıda derbi varsa gidiyorduk kaç kaç oldu diye soruyorduk’ diyorlar.
Komple sökülmüş ama yerleri duruyormuş. İşçiler, ‘O cihaz varken zaman
zaman çok sıcak oldu, terliyoruz, nefes alamadık diyorduk.”
‘ILO sözleşmesi imzalanmalıdır’
Özel, bundan sonra yapılması gerekenlere ilişkin olarak, “Yer altında
acilen taşeronu kaldırmak lazım. ILO sözleşmesini hemen imzalamak lazım.
ILO sözleşmesi olsaydı yangın merdiveni gibi ayrı çıkışlar oluyor,
bulunduğun her yerde alternatif çıkış oluyor” diye konuştu.
Soma’ya giden sakallı, sarıklı adamlar herkesin dikkatini çekti.
“Ne işleri vardı orada? Niçin gitmişlerdi?”
Bu soruları soran herkese “Ne o, sakallılardan rahatsız mı oldunuz?” sorusu yöneltildi.
Bu soru aslında bir itham da içeriyor.
Peki sakallı ve sarıklıların Soma’ya gitmesinden gerçekten rahatsız olanlar var mıdır?
Sanırım evet.
Bu tablo 10 yıl önce olsaydı “Bu ülkede hâlâ dinden, dindarlardan, dinî sembollerden rahatsız olanlar var” diyebilirdik.
Bugün için durum farklı.
Zira, AK Parti’nin 2007’ye kadar uyguladığı barışçı politikalar sayesinde durum değişti.
Önyargılar kırıldı. İnsanlar birbirini anlamaya başladı.
Birbirimize artık daha hoşgörülü bakmayı öğrendik.
Bu sayededir ki kamu kurumlarında başörtüsü yasağı bile neredeyse toplumsal bir mutabakatla kalktı.
Peki ne oldu da, İsmail ağa Cemaati’ne mensup sarıklı vatandaşların Soma’ya gitmesi kimilerini rahatsızlık etti?
Dine ve dindarlığa mı, yoksa dinin iktidar çevrelerince kullanılmasına mı yönelik bir tepkiydi?
Doğrusunu söylemek gerekirse, rahatsız olanların içinde ben de varım.
Niye gittiler oraya? Kurtarma ekibi değiller? Kimsenin yarasına merhem olacak bir önerileri de yok.
Peki ne işleri var?
Ne anlatacaklar o acılı insanlara? Babasını, evladını, kardeşini, kocasını kaybetmiş o kimselere ne verecekler?
Kimi neye ikna etmeye çalışıyorlar?
Arkadaşlar, sarıklıların oraya gitmesine olan itirazı, dine yönelik hoşgörüsüzlük olarak göstermeye çalışıyorsunuz.
Halbuki mesele öyle değil.
İktidarın hataları sonucu oluşan her felaketi ‘kader’ diye açıklıyorsunuz.
Bu tür felaketlerin bize “Allah’tan geldiğini” söyleyerek, kendi suçunuzu Yaradan’a atfediyorsunuz.
Kendinizi ilah yerine koyarak, şehitlik dağıtıyorsunuz.
Din sizin için resmen kalkana dönüşmüş.
Size olan itirazı dine, dini değerlere itiraz, kadere isyan, Allah’a karşı gelmek olarak lanse diyorsunuz.
O sarıklılar, sizin bu yanlışlarınızı, hatalarınızı doğru göstermek için gittiler Soma’ya.
Dini bir afyon olarak götürdüler yanlarında.
Yoksulların başına gelen felaketin gerçek sorumlularını görünmez kılacak bir afyon.
Yaralı insanlara, iktidara itiraz etmemeleri için sabır ve metanet tavsiye etmeye gittiler.
Babasını, kardeşini, oğlunu kaybetmiş halkı; felaketin Allah’tan geldiğine, hükümetin hiçbir kusuru olmadığına ikna çabasındalar.
İkna çabası… Bir zamanlar üniversitelerdeki ikna odalarının ayaküstü versiyonu.
Onlar ikna odası kurmuşlardı, siz de ikna fısıltısıyla, ikna çadırıyla kendinizi üstün gördüğünüzü açığa vuruyorsunuz.
Bütün itiraz ve öfke sizin kalkan yaptığınız din anlayışına ve bu anlayışın sembollerinedir.
Sarıklılar iktidarın değil de garibanların yanında olsaydı, böyle mi olurdu?
Somalılara; “Bu sizin kaderiniz değil. Batı’da maden ocaklarında çalışanları koruyan Allah, size niçin felaket göndersin?
Bu iş bütünüyle iktidarın kusurudur. Onlar işlerini düzgün yapmadıkları için tüm bunlar başınıza geliyor.
Lütfen ‘kader’ diyenlere inanmayın. İslam böyle bir din değil. İslam sorgulama, hak arama, helalleşme, hesaplaşma dinidir.
‘Şehit oldular’ diyerek size cenneti rüşvet olarak verip kendilerini kurtarmaya çalışıyorlar. Lütfen bunlara itibar etmeyin.
Bunların anlattığı din gerçek Müslümanlık değil.
Hakkınızı arayın. Size yapılan zulümlere boyun eğmeyin…” deselerdi toplumun o sakallı amcalara bakışı aynı mı olurdu?
Mazlumun yanında yer alması gereken muktedirin yanında yer alıyor.
Öfke de, itiraz da, nefret de buna.
Yoksa bu ülkede kimsenin artık kılık kıyafetle alıp veremediği yok.
Sizin beceriksizliklerinize, riyanıza yönelen öfkeyi, dinden çıkmak olarak göstermeyin.
O madende çocuklarının rızkı için çalışanlara “Felaketi Allah gönderdi” diyerek Allah’a iftira atmaktan vazgeçin.
İktidarınızı kurtarmak için dini, dindarlığı, kutsal değerleri harcamayın.
Hadis-i şerifi hatırlayın: “Müjdeleyin, nefret ettirmeyin.” twitter.com/acikcenk
Levent Gültekin
http://www.gazeteoku.com/frame.php?url=http://www.internethaber.com/somadaki-sariklilar-kimi,-neden-rahatsiz-etti-16058y.htm#.U3yW4yijjIV
Gezi Parkı olaylarına ilişkin yedisi yabancı 255 sanıklı davanın 7. duruşması yapıldı. İstanbul Adalet Sarayı'nda bulunan 55. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülen duruşmaya 23 tutuksuz sanık katıldı. Sanıklar, kimlik tespitinin ardından savunmalarını yaptı.
"9-10 POLİS ÜSTÜME GELİP AĞIR ŞEKİLDE DARP ETTİLER"
Duruşmada savunma yapan üniversite öğrencisi Mustafa Emrullah, 2 Haziran 2013 gecesi Üsküdar'dan Beşiktaş'a arkadaşını ziyaret etmek için geçtiğini belirterek, "Arkadaşıma giderken, daha önceden atılmış gaz bombasından etkilenip öğrencisi olduğum Bahçeşehir Üniversitesi kampüsüne sığındım. Beşiktaş Çarşı'ya girmek istedim, ancak Barbaros Bulvarı girişi polis tarafından tutulmuştu. Akaretler tarafına yürüdüm, ancak polis orayı da tutmuştu. Geri dönerken, dinlenmekte olan çevik kuvvet polisi bana laf attı. 'Evine git birader" dedi. Daha sonra ağır küfürler etti. 9-10 polis üstüme gelip ağır şekilde darp ettiler" dedi.
"BEYİN SARSINTISI GEÇİRİYOR OLABİLİRDİM"
Polislerin kafasına kaskla vurduğunu iddia eden Emrullah, "Darpın etkisiyle kendimde değildim. Otobüse ters kelepçeli olarak bindirildim. Kafam kanıyordu. Gözaltına alınan diğer şahıslar kafamın kanamasını durdurmak için kafama tişört tuttular. Polisler bunu yapanlara da küfür etti. 2 saat tıbbi yardım yapılmadı. O sırada beyin sarsıntısı geçiriyor olabilirdim" diye konuştu.
"ÇIPLAK ARAMAYA MARUZ BIRAKILDIK"
Kabin memuru sanık Hatice Tuğşen Akyol da, 5 Haziran 2013 günü saat 20.00 civarında arkadaşının kendisi ve diğer arkadaşı Arzu Kurt'u Gümüşsuyu Caddesi'nin başında bıraktığını belirterek, "Hiçbir olay yoktu. Gezi Parkı'nın oraya gittik. Birkaç saat oturduktan sonra, eve dönmek için taksiye binmek amacıyla indiğimiz yere geri döndük. Bir anda gaz bombaları atıldı. Mecburen herkesle birlikte İTÜ'nün merdivenlerine doğru kaçmaya başladık. Arzu Kurt ile birlikte birbirimize tutunup çöktük. Tam o sırada coplarla polisler ikimizi darp etti. 48 saatte yalnızca 1 kez yemek verildi. Çıplak aramaya maruz bırakıldık. Çırılçıplak soyup ıkınmamı istediler" diye konuştu. Kabin memuru sanık Arzu Kurt ise, "Bana sinkaflı küfürler edildi. Anadan doğma şekilde Hatice gibi aramam yapıldı. Suçlamaları kabul etmiyorum" diye konuştu.
"NE GÜZEL ORUÇ TUTMUŞLAR"
Suçlamaları kabul etmeyen tutuksuz sanık Yılmaz Tüzen'in avukatı Melis Dalgıç da şunları söyledi:
"Gözaltına alınanların bana anlattıkları ve gördüklerimle ilgili olarak, şahısların aç ve susuz bırakıldığını Baro'ya da, Cumhuriyet Savcılığı'na da bildirdim. Önlem alınması gerektiğini vurguladım. Hatta bu durumu, ismini hatırlayamadığım bir savcı ile görüştüğümde, ona sanıklar aç-susuz dediğimde, 'Ne güzel, oruç tutmuşlar' dedi." "SOMA'DA PARA HIRSINA KURBAN EDİLEN MADENCİLERİ SAYGIYLA AINYORUM"
Evli ve 1 çocuk babası olan lise mezunu sanık Yücel Demir ise, savunmasına, "Soma'da para hırsına kurban edilen madencileri saygıyla anıyorum" diyerek başladı.
"1 Haziran 2013 günü saat 12.30 sıralarında Galatasaray Lisesi önünde gözaltına alındım. Gözaltına alındıktan sonra 15 saat bir polis otobüsü içerisinde hapsedildik. Neredeyse nefes almamıza dahi müsaade edilmedi. Orada olmamın nedeni, hükümetin doğayı katleden uygulamalarına olan tepkimdir. Kanunsuz bir gösteriye katılmak gibi bir amacım da yoktu. Suçlamaları kabul etmiyorum."
"SİZİN YÜZÜNÜZDEN 48 SAATTİR ÇALIŞIYORUZ, EVE GİDEMEDİK"
Yönetmen ve senarist sanık Ahmet Küçükyalı da, "Gözaltına alındıktan sonra çevik kuvvet otobüsüne bindirildiğimde, bir tane görevli koltuklara sopa ile vurarak, 'Sizin yüzünüzden 48 saattir çalışıyoruz, eve gidemedik' diye bağırdı. Telefon görüşmesi yaptırmadılar, yiyecek vermediler, tuvalete bir defa gitmeme izin verildi. Suçlamaları kabul etmiyorum. Ben Kültür Bakanlığı'na eser veren ve bu kapsamda çalışma yapan senaristim, aynı zamanda yapımcı ve yönetmenim. Kanun dışı faaliyet içerisinde olmam söz konusu değil, beraatime karar verilsin" diyerek kendini savundu.
"İSTESEYDİM KAÇARDIM, YAKALAYAMAZLARDI. BEN MİLLİ TAKIM RAGBİ OYUNCUSUYUM"
Polis tarafından darp edildiğini iddia eden Ragbi Milli Takım oyuncusu Doğan Doğan da, "Akrep denilen araca sokuldum. İçeride benim gibi 5 şahıs daha vardı, bizi darp ettiler. Ardından başka bir araca bindirildim ve burada da darpa uğradım. Ancak herhangi bir müdahalem olmadı. İsteseydim kaçardım, yakalayamazlardı. Zira ben Milli Takım ragbi oyuncusuyum. Tüm bunlara rağmen darp edildim ve çok ağır hakaretlere maruz kaldım" dedi.
"40 POLİS BANA TEKME ATARAK KÜFÜR ETTİ"
Doğan, savunmasına şöyle devam etti:
"İstanbul Emniye Müdürlüğü binası önünde araçtan indiğim sırada, yakalananlar kaçmasın diye otobüsün önünde yaklaşık 40 tane polis vardı. Ben bunların arasından geçerken, hepsi bana tekme atarak küfür ettiler. Benim dışımda araçtan inenlere de bu şekilde vurdular. Aralarında kızlar ve Erasmus bursu ile gelen yabancı öğrenciler de vardı. Ben bunların da dayak yediğini gördüm."
"KOLUMDA MUSTAFA KEMAL ATATÜRK İMZASI OLAN DÖVME VAR DİYE ANNEM VE BABAMA KÜFÜR EDİLDİ"
Sanık İlker Yeniay ise, "Mustafa Kemal Atatürk dövmelerimden dolayı polis bana laf attı. Ben de kendisine cevap verince, aramızda arbede çıktı. Başka bir polis aramıza girdi. Daha sonra bir arabaya sevk edilip 20 saat tutuldum. Nezaretteyken kemerimiz alındığından pantolonum düştü, bu yüzden de polisle aramda tartışma çıktı. Detaylı aramadan geçtim ve burada sinkaflı küfürlere maruz kaldım. Benim babam emekli astsubaydır. Kolumda Mustafa Kemal Atatürk imzası olan dövme var diye polis tarafından annem ve babama küfür edildi" dedi.
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/73975/Kan_donduran_sozler__Polis_cirilciplak_soyunup_ikinmami_istedi.html
Soma'daki facia ile ilgili açıklamalarda bulunan AKUT Başkanı Mahruki, ''Üst üste yanlışlar yapıldığı için bu kadar büyük bir facia yaşandı'' dedi.
Soma'daki maden faciasında arama-kurtarma çalışmaları bitirildi. Ancak tartışmalar bitmiyor. Ekibiyle birlikte arama - kurtarma çalışmalarına katılan AKUT Başkanı Nasuh Mahruki, faciayla ilgili kahreden açıklamalarda bulundu. Mahruki, "İlk bir saatte üst üste kritik hatalar yapılmasa 300 insanımızı kaybetmezdik" dedi.
Habertürk'e konuşan Mahruki'nin o açıklamaları şöyle:
Soma'daki kurtarma çalışmalarına nasıl dâhil oldunuz?
Normalde nükleer, biyolojik, kimyasal saldırılarda ve maden kazalarında yetkinliğimiz yok ama maden kazalarında destek ekibi olarak gidiyoruz. Madende arama kurtarma çok özel bir alan. Eğitimi, ekipmanı, tecrübesi sadece madencilerde var. Bu olayda da asıl işi maden arama kurtarmacılar yaptı. Biz de Manisa ve İzmir'den 20 kişiyle destek ekip olarak çalıştık.
AKUT ekipleri madene inmedi mi?
Tecrübeli elemanlarımızdan bir kısmı girdi, galerilerde çalıştı. 28 kişinin çıkarılmasına nezaret ettik. Karbonmonoksit seviyesinin yükseldiği bilgisi gelince bizim ekipler çıktı. Normalleşme sağlanınca madenciler kendi teçhizatlarıyla devam etti.
"ÜST ÜSTE YANLIŞLAR YAPILDIĞI İÇİN BU KADAR BÜYÜK BİR FACİA YAŞANDI"
Arama kurtarma çalışmaları yeterli miydi? Doğru müdahale edildi mi?
Maden kazalarında işin doğrusu nasıl yapılır bilmiyorum ama personel buna hazırlıklı olmadığı için başından itibaren kaos vardı. Üst üste yanlışlar yapıldığı için bu kadar büyük bir facia yaşandı.
"İLK BİR SAATTE KRİTİK HATALAR YAPILMASA 300 İNSANIMIZI KAYBETMEZDİK"
Neydi o yanlışlar?
Onu bilirkişiler madene girdikten sonra tespit edecektir. İlk bir saatte üst üste kritik hatalar yapılmasa 300 insanımızı kaybetmezdik. En büyük problem etkin çalışan acil durum yönetim sisteminin olmamasıydı. İşçisinden amirine herkesin böyle olağanüstü bir durum olduğunda hangi adımları atması gerektiğini bilmesi gerekir. Böyle bir prosedürden personelin haberdar olmadığı anlaşıldı.
Arama kurtarmada hata mı yapıldı yani?
Hayır, büyük ihtimalle ilk anlarda olan olmuştu zaten, karbonmonoksitten bahsediyoruz... Sonraki süreçte, kurtarma operasyonunda eksik vardı demek doğru olmaz. Kurtarma ekibi madene vardıktan sonra elinden geleni en doğru şekilde yaptı. Bizi ve diğer sivil toplum kuruluşlarını da çalıştırdılar.
"AFGANİSTAN'DAKİ MADEN İŞÇİLERİYLE AYNI KOŞULLARDA ÇALIŞIYORLAR"
Gerekli teknoloji kullanıldı mı? Karbonmonoksit seviyesi yüksek olsa bile özel maske ve ekipmanla içeri girilemez miydi?
Bu benim uzman olduğum bir alan değil ama asıl sorun Türkiye'deki maden işletmeciliğinin dünya standartlarında yapılmıyor olması. ILO'nun 176 sayılı sözleşmesi imzalanmadığı için Türkiye'deki maden işçileri Afganistan ve Pakistan'daki maden işçilerinin çalıştığı standartlarda çalışıyor. Maden emekçilerini en üst seviyede güvenliğini sağlayan bu yönergeyi tüm gelişmiş ülkeler imzalıyor. Bu işletmeciye maliyet getirdiği için imzalamaktan kaçınıyorlar. Madencinin kıyafetinden tutun, maskesine ve çalışma şekline, havalandırma ve haberleşme standardına kadar her şeyin bir standardı var. İmzalansaydı bu faciayı yaşamayacaktık.
"DEVLET BÜYÜKLERİNİN BÖLGEYE GİTMESİ ÇALIŞMALARI AKSATIYOR"
Kurtarma çalışmalarını aksatan özel bir durum oldu mu?
Cumhurbaşkanı'nın, Başbakan'ın veya bakanların gelmesinin aşağıda kurtarılmayı bekleyenlere hiçbir faydası yok. Acil durumda krizi çözmeye odaklanmışken bu tür formaliteler kurtarma operasyonunu yavaşlatıyor.
AKUT bundan sonra bu tür kazalara yönelik açılımlar yapacak mı?
Aramızda tartışıyoruz. Madenlere yakın bölgelerdeki ekiplerimize temel eğitim vermeyi düşünüyoruz ama genel anlamda AKUT'a maden arama kurtarma yapısı getireceğimizi sanmıyorum.
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/73429/Nasuh_Mahruki_den_carpici_Soma_iddiasi.htmlhttp://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/73429/Nasuh_Mahruki_den_carpici_Soma_iddiasi.html
Güvenlik güçleri
maden ocağının etrafında sıkıyönetim uyguluyor. Soma Kömür İşletmeleri
Maden Ocağı, arama kurtarma çalışmalarının önceki gün sona ermesinin
ardından bu sabah itibarıyla görevliler dışında tümüyle boşaltıldı.
Kuzey batı kesimdeki 2 ocak ağzının tuğlayla örülmeye başlandığı
görüldü. Eynez mevkisindeki maden ocağı sahasına girişler, arama
kurtarma çalışmalarının sonlanmasıyla basın mensupları da dahil görevli
olmayan herkese kapatıldı.
Madende görev yapan
gazetecilerin sabah saatlerinde çıkarıldığı sahada, sadece İş Teftiş
Kurulu Başkanlığı müfettişleri ile jandarma personeli ve maden
çalışanları bulunuyor. İş Teftiş Kurulu Başkanlığının aldığı kararla tüm
madencilik faaliyetlerinin durdurulduğu sahada, facianın nedenini
ortaya koyacak deliller aynı kalmak koşuluyla yangının yol açtığı
tahribatın giderilmesi için başlatılan çalışmalar sürdürülüyor. Bu
arada, yangının kısmen devam ettiği gözlenen madende, ayrıca kuzey batı
kesimdeki 2 ocak ağzının tuğlayla örülmeye başlandığı görüldü. Maden
ocağının etrafında bu kadar geniş önemlerin alınması dikkat çekti.
Mezar ziyaretleri polis gözetiminde
Polisin Soma
merkezde baskısı ise devam ediyor. Dışarıdan kente gelen kişilerin ise
sadece mezarlık ziyareti yapmalarına izin verildi. Motosiklet klübünün
de, 30 üyesi kent girişinde durduruldu. Hemen hepsi güvenlik sorgusundan
geçirildi. Ardından sadece madencilerin gömüldüğü mezarı ziyaret
etmelerine izin verildi. Motor tutkunları, bunu da polis gözetiminde
gerçekleştirebildi. Motosikletliler, kente girmelerini engellemek için
polis eskortuyla, mezarlığa götürüldü. Polis aracının dikkat çekmemesi
için de sivil araç kullanıldı. Mezarlık ziyaretinden sonra da,
motosikletcilerin kentten ayrılmaları istendi. Grup üyelerinden Hakan
Altay, “Girişimize izin verilmedi. Bize eskort vereceklermiş. Sanki Türk
değil yabancıyız. Sadece maden şehitlerini anmak istedik” dedi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Ankara’da Türk İşbirliği ve
Koordinasyon Ajansı (TİKA) tarafından tamamlanan ortak projelerin
açılışının yapılacağı “Ayrı Coğafyalarda Aynı İmza” başlıklı törende
konuşma yaptı. Erdoğan, konuşmasında Soma’da yaşanan felakete de dikkat
çekerek, “Zaman zaman uluslarası yardımlarımız eleştiriliyor.
Erdoğan bu sırada Soma’daki felakette yaşanan kayıplara da vurgu yaparak, “371 kardeşimizin ailesini mağdur etmeyeceğiz” dedi. Soma’daki maden kazasında ölü sayısı 301 olarak açıklanmıştı.
“371 KARDEŞİMİZİN…”
Erdoğan’ın açıklaması şöyle:
Şimdi de Soma’da 371 kardeşimizin ailelerini mağdur etmeyecek her tedbiri aldık. Soma’daki kardeşimize istismara izin vermeyecek şekilde. Çünkü bu konu istismara açıktır. Yardım yapacak olan AFAD’a yatırsın”
DİL SÜRÇMESİYLE…
Erdoğan konuşmasının ilerleyen dakikalarında kayıp sayısıyla ilgili açıklamasını düzeltti ve “Herhalde bir dil sürçmesi ile 371 ifadesini kullanmışım, 301 olacaktı” dedi.
http://sozcu.com.tr/2014/gundem/erdogan-olu-sayisini-artirdi-512271/
Adliye sevk edilenler arasında Soma İşletmeleri Genel Müdür Ramazan Doğru ve İşletme Müdürü Akın Çelik olduğu belirtildi.
Akhisar Cumhuriyet Başsavcısı Bekir Şahiner'in yürüttüğü ve 28 savcının görev aldığı soruşturmada bir yandan ocakta inceleme yapılırken diğer yandın ifadeler alındı. İlk aşamada gözaltına alınan kişiden ve aralarında Soma Kömür İşletmeleri A.Ş.'nin üst düzey yöneticilerinin bulunduğu 18 kişiden 5'i ilk aşamada adliyeye sevk edildi. Halen, gözaltı işlemi yapılan bazı kişilerin de emniyette ifadelerinin alındığı belirtildi.
GÖZALTINA ALINANLARDAN BAZILARININ İSİMLERİ
Soma Maden İşletmeleri İşletme Müdürü Akın Çelik. Muhasebe Müdür Yardımcısı Ali Ulu. Mühendisler Ertan Ersoy, Selçuk Demirci, Erdem Canbaz, Harun Güneş, Hilmi Kazık, Yalçın Erdoğan, Saltuk Alp Demirci ve Ergin Yılmaz. Teknikerler Mehmet Avcı, Halil Dalkıran, Mehmet Ali Gündüz, Mustafa Işık, Necati Demirci ve Halil Yavuz oldu.
Adliye sevk edilenler arasında Soma İşletmeleri Genel Müdür Ramazan Doğru ve İşletme Müdürü Akın Çelik olduğu belirtildi.
ADLİYENİN ÖNÜNDE GÜVENLİK ÖNLEMİ
Polis, savcılığın talimatı ile adliyenin bahçesini güvenlik şeridi ile kapatarak gazetecileri ve vatandaşları bu şeridin dışına çıkardı. Sadece gözaltında bulunan kişilerin avukatları binaya alınıyor.
http://www.odatv.com/n.php?n=somada-gozalti-1805141200
Başbakan Erdoğan'ın "İsrail dölü" diye bağırarak Soma'daki bir vatandaşı darp etmesi, İsrail basınında da geniş yer buldu.
İsrail'in Kanal 1 televizyonunda Erdoğan'ın "İsrail dölü" söylemini bir hakaret olarak kullandığını belirterek açıkça Antisemitizm yapıldığını vurguladı.
Kanal 1 Ana Haber sunucusu ve gazeteci Ayala Hason, kanalın dış haberler ve Arap -Türkiye Masası şefi Oded Granot'a dönerek "Erdoğan'ın aslında sertlikle tepki verdiği pek olağan değil aslında, ama belki şahsi bir sorunu vardır." diyerek dalga geçti.
Oded Granot ise "Sertlikle tepki vermez sözüne gülmeden duramayacağım." diye cevap verdi.
Tekrar söz alan Ayala Hason "Belki kendisinde bir şahsiyet sorunu vardır." diye ekledi.
Başbakanlık müşavirinin bir vatandaşı tekmelemesinin de değerlendirildiği programda ikili arasındaki görüşme şöyle devam etti:
O.G. "Evet bu olabilir çünkü O kendisini sultan sanıyor. Ve sigortaları çok çabuk atıyor. İşin bundan daha da ilginç olanı bu tavrı ve tepkileri onun popülaritesini azaltmadığıdır. Az önce sözünü ettiğimiz Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda benzer bir durum olsa da Rubi Rivlin'i durdurmaya çalışan büyük güç Erdoğan'ın karşısında yok.
Her ne kadar sigortaları çok çabuk atıyorsa da ve de bugün kullandığı ifadelere resmen rezalet bile diyebilirim, resmen Müslüman kardeşlerin adamı ve açıkça Antisemit, Anti-İsrail -ki ikisi de aynı şeydir- ifadelerdir. 'İsrail Dölü' ifadesi kullanmış olması onu Antisemit olmaktan kurtarmıyor, çünkü bu aynı zamanda 'Yahudi Dölü' anlamına geldiğini Türkçe bilen herkes anlıyor.
Bütün sorunlar ile, hatta Türkiye'yi demokrasiden uzaklaştırıyor olması ile, ifade özgürlüğünü engelliyor, Twitter'i kapattırıyor, Youtube'u kapattırıyor... Daha ...
A.H. "Yanındakiler halkı tekmeliyor."
O.G: "Ve Basına talimat vererek Yahudiler'le ilgili hakareti yayınlamamalarını istemekle birlikte 10 Ağustos'ta Cumhurbaşkanı seçilmesi için oldukça iyi bir şansı olduğunu söyleyebilirim. Hem de bugünkü gibi bir Cumhurbaşkanı değil Obama gibi bir başkan olma amacındadır.
Bunu anlamamız lazım ki bu stil ile yaşamasını öğrenmemiz gerekecektir. Çünkü Türkiye'de bizim sevmediğimiz ve anlayamayacağımız bu yaşam tarzını seven ve beğenen önemli bir kitle olduğunu görmemiz lazım."
A.H. "Herhalde ekonomi konusunda başarılı olduğu için olsa gerek."
O.G. "Biliyor musun bazı ülkelerde diktatörler, demokratik ülkelerdekine karşın ne istediklerini biliyorlarmış gibi görünürler, ancak ne kadar doğrudur sorgulamak gerekir."
A.H. "Şimdi de hazırlamış olduğumuz filmi seyredelim, diktatörler konusunda ise müşterek olan bir noktayı da atlamayayım ''Bıyıklar''..."
Bu konuşmadan sonra devreye giren Soma filmindeki son cümle ise şöyle:
"Erdoğan'ın ifadeleri ve halka karşı tutumu halkı tekrardan sokaklara döndürdü."
A.H. "Oded bu konuda ekleyeceğin Bıyıklı adam için diyeceğin ne var?"
http://www.odatv.com/n.php?n=israil-dolu-sozlerine-israil-ne-dedi-1705141200
Soma faciasında yürekler yanarken ortaya her gün yeni bir iddia ortaya çıkıyor. Puzzle'ın parçaları birleşiyor.
Yürekleri dağlayan Soma faciasının
nasıl meydana geldiği hâlâ muamma. Ancak kurtulan işçilerin
anlattıkları olayın ihmal zincirinin sonucunda faciaya dönüştüğünü
ortaya koydu. Kurtulan işçilerden Mehmet Ali Dinçer'in anlattıkları
insanın kanını donduracak cinsten.
İşte, 140 kişinin bulunduğu H panosundan 6 arkadaşıyla kurtulan Mehmet Ali Dinçer’in Zaman'a anlattıkları:
KABLOLARIN YÜK KALDIRMADIĞI 17 GÜN ÖNCE TESPİT EDİLDİ
Madende
ölen teknisyen Ergün Sidal, kabloların yükü kaldıramadığını 17 gün önce
tespit etti. Yönetimi her gün uyardı, “Burada büyük felaket olacak,
kimse bunun altından kalkamaz.” dedi, dinletemediOlaydan 10 gün önce
temiz hava veren fanlar bozuldu, oksijensiz kalan 4 işçi hastaneye
kaldırıldı. İlk müdahale yanlış yapıldı, madene ilk giren yetkili,
“Bunlar için yapacak bir şey yok.” dedi. Halbuki arkadaşların çoğu
yaşıyordu, sadece bayılmışlardı. S panosundaki 140 kişi yanlış
yönlendirildiği için öldü. Facia günü, bana ve yangından sağ kurtulan
diğer arkadaşlara para teklif ettiler.
ÖLECEĞİZ DİYE ABDEST ALDIK
“Girişte
yangın olduğu için bir süre durduk. Ayak içi diye tabir edilen, kömürün
çıkışa yönlendirildiği kısma geçip beklemeye başladık. Ama maskelerdeki
oksijen tükendi. Bu sebeple dışarıdan içeriye temiz hava pompalayan
sistemin borularını kırarak idareli şekilde nefes almaya çalıştık. Bazı
arkadaşlarım oksijen bittiği için maskeleri çıkarıp attı. Ben atmadım.
Delip açtığımız temiz hava borusu yetersiz kaldı. Çünkü maskeleri
çıkaranlar zehirli havayı solumaya da başladı. 2 saat sonra 142 kişiden
100’ü zehirli havadan bayılıp kendinden geçmişti. Ölme ihtimalimiz
güçlendiği için arkadaşlarla yerdeki su birikintisinden abdest aldık.
Bir yandan da nefesimi hatta hareketlerimi bile en aza indirerek
enerjimi verimli kullanmak istedim. 3 saat kımıldamadan bekledim. Çok az
ve yavaş nefes alıyordum. Ancak öleceğiz endişesiyle sağa sola
koşturanlar, nefeslerini daha hızlı tüketti. Saatler tükendikçe
arkadaşlarım birer birer düştü.”
“Saatler geçtikçe 6 kişi kaldık.
Saat 20.00 civarıydı. Eşim ve iki kızım aklıma geldi. Öleceksem de
sonuna kadar direnmeye karar verdim. Ama bir süre sonra vücudum
hareketsiz kaldığı için uyuşmaya başladı. Şuurumu kaybetmeye
başlamıştım. 2-3 arkadaş yanıma gelip iyi misin anlamında işaret
yaptılar. Kollarımdan tutup kaldırdılar. İçeriye temiz hava basıldığını
anladım. Bu hava değişikliği bize ümit verdi. O an kurtulacağımıza
inandım. Sonra yavaş yavaş yürümeye başladık. 50 metre yürüyüp sonra
dinleniyorduk. Hepimize bir güç geldi. Madende havanın bir girişi bir de
çıkışı var. Yukarıdan havanın geliş ve gidiş yönlerinin ters istikamete
değiştirildiğini anladık. Girişe kadar yürüdük. Kirli havanın çıkması
için yönlendirilen kısma yürüdük. Artık kurtulacağımızı biliyorduk.
Gerisini hatırlamıyorum.”
ÖLÜMÜM BU MADENDE OLACAK
Madende
gerçekleşen patlama ve yangının sebebi konusunda Mehmet Ali Dinçer’in
verdiği bilgiler çok ciddi. Yangında hayatını kaybeden elektrik
teknisyeni arkadaşı Ergün Sidal’ın, madendeki elektrik aksamında
sorunlar yaşandığını, kabloların trafoların yükünü çekemediği için sık
sık arızalandığını faciadan önceki günlerde sürekli olarak gündeme
getirdiğine dikkat çekiyor. Sidal’ın olaydan 17 gün önce durumun
vahametini çözdüğünü ve maden yönetimine durumu anlatmak için gittiğini
belirten Dinçer, sözlerini şöyle sürdürdü: “Kablo tertibatının tamamen
değişmesi gerektiğini söylüyordu. Her gün gidip, yönetime dil döktü,
anlattı. Kavga etti. Ama bir türlü dinlemediler. Yönetime ‘Burada büyük
felaket olacak, kimse bunun altından kalkamaz.’ diyordu. Bana da bir
defasında, ‘Bir gün ölümüm bu madende olacak, buna yanıyorum.’ diye
dertlenmişti. Sidal olayı çözdü; ama kimseye dinletemedi.”
Faciadan
10 gün önce oksijen miktarının azaldığı bir galeride 3 arkadaşıyla
çalıştıklarını belirten Dinçer, “Önce fanlar tekledi. Sonra durdu. Biraz
sonra yeniden çalıştı. Önemsemedim. Ancak yine durdu. Sonra gözümü
hastanede açtım.” diyor. Fanlar arızalandığı için oksijensiz kalan
Dinçer, Soma Devlet
Hastanesi’ne, 3 arkadaşı da Bergama’daki hastaneye kaldırılmış. Dinçer,
“Ben o zaman bunun elektrik sorunuyla bir ilgisinin bulunduğunu
düşünmemiştim. Ama elektrik sisteminde sorun olduğu açık.” vurgusu
yapıyor.
BİRÇOK ARKADAŞIM ÖLDÜ SANILARAK BIRAKILDI
Kazadan
kurtulan işçi arkadaşlarıyla konuştuğunu kaydeden Dinçer, “S
panosundaki 140 kişiden kurtulan olmadı. Onların yanlış
yönlendirildiğini duydum. Onlara ‘geçici duman’ denilip geri
gönderilmiş. Aslında biz daha dipteydik. Onların kurtulma ihtimali daha
güçlüydü.” değerlendirmesi yapıyor. Dinçer’in verdiği bir bilgi ise
skandalın boyutlarını gözler önüne seriyor. Faciaya ilk müdahalenin
yanlış yapıldığını belirten Dinçer, kendilerinin kurtulduğu H
galerisinde birçok arkadaşının öldü sanılarak bırakıldığını iddia
ediyor: “Yangından sonra madene ilk giren yetkili, ‘Bunlar için yapacak
bir şey yok.’ demiş. Halbuki arkadaşların çoğu yaşıyordu. Sadece
bayılmışlardı. Eğer yangından sonra içeri ilk gelenler yanlarında gaz
maskesi getirseydi birçok kişi şu an yaşıyordu.”
FİRMA YETKİLİSİ GELİP PARA TEKLİF ETTİ
Daha
önce madende bulunan ve özelleşmeden sonra kaldırılan güvenli odada
yedek gaz maskelerinin de bulunduğunu belirten Mehmet Ali Dinçer,
“Güvenli odayı kaldırdılar. Maliyeti de insanlığı da düşürdüler. Bu
bölge olsa tıpkı Şilili madenciler gibi herkes kurtulurdu. Çünkü birçok
kişi gaz maskesi yetmediği için öldü.” diyor. Ölü sayısının saklanmasına
da “Herkesin bildiğini milletten neden saklıyorlar?” diye tepki
gösteriyor. Dinçer’in açıkladığı bir başka bilgi ise kan donduracak
türden: “Madenden çıktığımda firmadan gelip bana 1000 lira vereceklerini
söylediler. Bunca ölüm varken para konuşmalarına şaşırdım. Bu
insanların bedeli ödenemez.”
EŞİMLE HERGÜN HELALLEŞİYORDUM, MADENE TÖVBE ETTİM
Mehmet
Ali Dinçer’in evinde buruk bir sevinç var. Birçok arkadaşının evine
ateş düşmüş çünkü. Dinçer’in eşi Şerife Dinçer, “Onu bize Allah
bağışladı. Bunun başka bir açıklaması yok. Kızlarıma Allah acıdı.”
diyor. Madencilik hayatının son 9 yılını Soma madeninde geçiren Dinçer, her Sabah kızları
Melek ve Melisa’yı öpüp eşiyle vedalaşarak işe gittiğini belirtiyor.
Emekliliğine 3 yıl kaldığı halde işi bırakacağını söylüyor: “Ablam,
maden patlayınca, benim için ‘kolu bacağı olmasın ama yeter ki canlı
çıksın’ diye dua etmiş. Bu yükü kaldırmak artık mümkün değil. Madene
tövbe ettim. Tazminatımı alıp işi bırakacağım. Bunun sonu yok.”
http://www.internethaber.com/sok-17-gundur-uyariyordu-felaket-olacak-673497h.htm
İsrail'li kaynaklar, Binyamin Netanyahu'nun Japonya'dan
dönmesinin ardından İsrail-Türkiye anlaşmasının tamamlanacağını iddia
etti.
(soL - Dış Haberler) Jerusalem Post'un haberine göre, İsrailli bir diplomatik kaynak, Türkiye ile anlaşmanın tamamlanması için Başbakan Binyamin Netanyahu'nun Japonya'dan dönmesini beklediklerini söyledi.
Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, geçtiğimiz hafta yaptığı açıklamada, iki ülke arasındaki görüşmelerin ciddi bir aşamaya geldiğini ve sorunların büyük ölçüde çözüldüğünü söylemişti.
Türkiye'nin ilişkilerin "normalleşmesi" için öne sürdüğü üç şarttan ikisi kabul edilmiş durumda. Bu şartlar İsrail'in özür dilemesi, Mavi Marmara'da katledilen Türk vatandaşlarının ailelerine tazminat ödenmesi ve Gazze ablukasının kaldırılmasıydı. Gazze ablukasının kaldırılması konusunda, Türkiye'den gidecek yardımların bölgeye girişinin şartları görüşülüyor. Ailelere ödenecek tazminatın ise 21 milyon dolar civarında olacağı tahmin ediliyor.
http://haber.sol.org.tr/dunyadan/israil-turkiye-anlasmasi-cok-yakinda-haberi-92284
Gazeteci Ömer Ödemiş’in Suriye Şam Cezaevi’ndeki cihatçılarla yaptığı röportajlar devam ediyor…
Ödemiş’e konuşan Suriye Cezaevi’ndeki cihatçı Ahmet Nadir Eldij, “Silahları Reyhanlı'da bir çiflikte teslim alıp, Suriye'ye getiriyordum. Türkiye sınırları açmıştı zaten.” şeklinde çarpıcı açıklamalarda bulundu.
(İLK İKİ RÖPORTAJI OKUMAK İÇİN LÜTFEN BÖLÜMLERİ TIKLAYIN: 1. BÖLÜMÜ İÇİN TIKLAYIN - 2. BÖLÜMÜ İÇİN TIKLAYIN)
AHMET NADİR ELDİJ
İdlib’li. 26 Yaşında. 15 ay önce Suriye güvenlik güçlerince yapılan bir operasyonda yakalanmış. Şimdi Şam Mezze tutukevinde yatıyor. Türkiye’den Suriye’ye yüzlerce silah ve bomba taşımış. Onlarca kez Türkiye’ye yasal olmayan yollardan Türkiye’ye girip çıkmış. Kimse ona ne yapıyorsun ne getirip götürüyorsun dememiş. Sınırların kevgire döndüğü Türkiye’den bir başka halkın katledilmesi için tonlarca mühimmatın temin edilmesine ve sınırdan çıkarılmasına göz yumulmuş. Ahmed Nadir Eldij kendi devletine karşı silahlı çetelerle birlikte savaş vermiş birisi. Onunla Mezze cezaevinde, Suriye devletinin verdiği izinle görüştüm.
TÜRKİYE'YE SİLAH GETİRMEK İÇİN SIK SIK GİRİP ÇIKTIM
ÖMER ÖDEMİŞ; Merhaba Ahmet Ben Türkiye’den gazeteci Ömer Ödemiş. Sen sıklıkla Türkiye’ye gidip gelmişsin. Ne zaman gittin, neden, kimlerle görüştün?
Ahmet: Ben daha önce orada çalışıyordum. Suriye de çatışmalar başlayınca bu kez silah getirmek için gittim.
Ö.Ö; Silahları ne için getirecektin?
Ahmet; Suriye’ye geçirmek için. Buraya getirip Abdurrahman Ceydan’a teslim ediyordum. Kendisi Cind el Tevhit isimli küçük bir tugay kurmuştu. Ama asıl amacı maddi idi. Para için yapıyordu.
Ö.Ö: Kaç kez gittin Türkiye’ye, yasal mı gittin, hangi kapıdan girdin, silahları nasıl getirdin?
Ahmed: Olaylar sırasında iki kez yasal olarak gittim. Sonra da birçok kez kaçak olarak gittim. Bir kez Kilis kapısından girdim ama çoğunlukla Reyhanlı kapısından girdim. Kilis’te bir Mısırlı vardı, onu getirmek için girdim.
"CUMA DEMİR AKP'Lİ OLDUĞU İÇİN SİLAH İŞİNİ RAHATÇA YAPIYORDU"
Ö.Ö: Reyhanlı’ya kimin yanına gidiyordun, silahları kimden alıyordun?
Ahmed: Reyhanlı’da Cuma Demir ve kardeşi Ahmet Demir ile buluşuyordum. Silanları onlardan alıyordum. Bunlar Türk vatandaşları, Reyhanlılı. Abdurrahman ile aralarındaki ilişkiyi bilmiyorum. Silahları nereden alıp, bana veriyordu, ne karşılığında veriyordu, ben bilmiyorum. Ben sadece bana verilen silahları taşıyordum. Abdurrahman Cuma Demir ile önce ikamet için görüştü. Ben götürdüm. Cuma Demir AKP olduğu için bunu rahat yapabilecekti. Yaptı da. Sonrasında aralarında böyle bir ilişki gelişti ve bana bilgi vermediler.
"AKP'Lİ DEMİR SİLAH TEMİN EDİP PARA İLE VERİYORDU"
Ö.Ö; Cuma Demir AKP’li miydi?
Ahmed; Evet, AKP’ydi. Cuma Demir silah temin edip, para ile Abdurrahman Ceydan’a veriyordu. Ben görmedim ama Abdurrahman öyle diyordu.
Ö.Ö: Ne tür silahlar aldın ondan, ne kadar aldın?
Ahmed: Her seferde 3 ya da 4 adet Bikisi, 15-20 adet Rus yapımı Kalaşnikof ve çok miktarda mermi ve mühimmat getirdim. Sık sık gidip geliyordum.
"CUMA'NIN BİR ÇİFTLİĞİ VAR SİLAHLAR ORADA DURUYOR"
Ö.Ö: Tüm bu silahları nasıl geçiriyordun Suriye’ye, Türkiye’de sana kimse karışmıyor muydu?
Ahmed: İdlibin Sermin bölgesinden Abu Muhammed Sermini diye birisi vardı. Geçiş işini o yapıyordu. Cuma sınıra kadar kendisi getiriyordu, Abu Muhammed’de sınırdan karşılayıp, Suriye tarafına geçiriyordu. Cuma’nın bir çiftliği var. Silahlar orada duruyordu. Çiftlikten sınıra kadar hep Cuma getirdi.
Ö.Ö: Çiftlikte başka neler vardı, neler gördün?
Ahmed: Havan vardı, docka vardı, çokça Kalaşnikof vardı, docka tabanı yapıyorlardı. Aynı zaman da patlayıcı yüklü araçlar imal ediliyordu.
AKP'Lİ DEMİR TÜRKİYE'DE BOMBA YÜKLÜ ARAÇLAR İMAL EDİP SURİYE'YE GÖNDERİYOR
Ö.Ö: Yani patlatmak üzere araba mı hazırlıyorlar?
Ahmed: Evet sürekli yapıyorlardı. Ben Suriye’ye 4 tanesini soktum.. Ama sürekli yapıyorlardı. Plakasız özel araçlar yapıyorlar. 3 tekerlekli küçük arabalarda yapıyorlar. Haciz noktalarına uzaktan gönderip patlatıyorlar. Uzaktan kumandalı araçlar bunlar. 60 km hızla kontrol noktalarına gönderilip, patlatılıyor.
"TÜRK ASKERİ SINIRLARI AÇTI. KARŞILIKLI ANLAŞMA VAR KİMSE KARIŞMIYOR"
Ö.Ö: Peki bu kadar şey, Türkiye’den götürdün, gelip gittin, Türkiye’den hiç kimse sana ne yapıyorsun demedi mi?
Ahmed: Bir anlaşma vardı. Karışmıyorlardı. Cuma onlarla anlaşmıştı. Türk askeri zaten sınırları açtı. Raht girip çıkalım diye. Onun için benim elimde ne var ne yok diye bakmazlardı hiç. Silahları geçirirken de Asker geliyordu, ama Cuma gidip konuşuyordu, nasıl yapıyordu bilmiyordum ama anlaşıyordu. Onlarda bizi bırakıyordu. Cuma her şeyi çözüyordu.
Ö.Ö: Suriye’ye getirdiğin silahları kime teslim ediyordun?
Ahmed: Abu Suhayb’e. Iraklı bu. 2003 Irak savaşından sonra buraya geldi. Yerleşti. Abdurrahman’ın ekibine katıldı.
Ö.Ö: Sen bu işi neden yapıyordur?
Ahmed: Ben liseyi bitirdim, üniversiteye gidemedim. Para için bu işleri yaptım. Onlar bana, beni özel bir üniversiteye girdireceklerini söylediler. Ben cihat için yapmadım.
"BU İŞLERİ NASIL YAPIYORSUNUZ? BİZ AKP'LİYİZ SORUN DEĞİL"
Ö.Ö: Peki bu Cuma Demir AKP’li mi?
Ahmed: Babası ve kendisi AKP’li. Bunlar çiftlik kurmak için hayvancılık kredisi aldılar. Sordum nasıl yaptınız diye. Bana anlattılar, ‘biz AKP’liyiz, sorun değil’ dediler.
Ö.Ö: Ahmed tüm bu yaptıklarından dolayı pişman mısın?
Ahmed; Ben onların ne yalancı olduğunu anladım ve onlardan ayrıldım. Sonra da yakalandım…
http://www.odatv.com/n.php?n=bize-silahi-veren-akpli-0705141200
Moskova yönetimi, NATO’nun askeri varlığını artırma tehdidine Karadeniz’e yığınak yaparak cevap verecek.
(soL - Dış Haberler) NATO ile bilek güreşine tutuşan Rusya, Karadeniz’deki filosunu güçlendirme kararı aldığını açıkladı. Savunma Bakanı Sergey Şoygu, yeni denizaltı ve savaş gemileriyle Karadeniz donanmasını takviye edeceklerini söyledi. Ukrayna’da yaşanan kriz ve Kırım’ın Rusya Federasyonu’na katılma kararının ardından NATO, Rusya sınırına yığınak yapma kararı almıştı. Bu kararın ilk yansımasıysa Karadeniz’e ABD ve Fransız savaş gemilerinin “tatbikat” gerekçesiyle girmesi olmuş, Moskova yönetimi Türkiye’yi Montrö Sözleşmesi’ni ihlal etmekle suçlamıştı.
NATO ayrıca Letonya, Litvanya, Polonya ve Estonya’daki varlığını da artırma kararı aldı. Dün 6 bin kişilik bir NATO gücü Estonya’da “Bahar Fırtınası” adlı tatbikata başladı. 23 Mayıs’a kadar sürmesi beklenen tatbikatta piyade birliklerinin savaş kapasiteleri ve müttefik güçler arasındaki eşgüdüm test edilecek. 2003 yılından bu yana her yıl düzenlenen tatbikatta ilk kez Fransız bir siber savaş timi de yer alıyor.
ABD ordusu Pasifik bölgesinde de Rus savaş uçakları ve gemilerinin faaliyetlerinin tırmanışa geçtiğini bildirdi. ABD’li General Herbert Carlisle, Guam ve Kaliforniya açıklarında Rus uçaklarının tespit edildiğini söyledi. NATO Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanı ABD’li General Philip Breedlove da Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmeden, ülkenin doğusundaki karmaşayı tırmandırabileceğini söyledi. Kırım’da gördüklerinin doğu Ukrayna’da da tekrarlandığını iddia eden Breedlove “Konvansiyonel olmayan güçlerle karışıklığı tırmandırıyorlar” dedi.
Öte yandan Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu, ABD’yle 1991 yılında imzalanan ve 2010 yılında yenilenen Stratejik Silahların Azaltılması Anlaşması’ndan çekilmeyeceklerini söyledi.
Sovyetler Birliği’ni karalamak suç oldu
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, İkinci Dünya Savaşı döneminde Nazi suçlarını yok saymayı ve Sovyetler Birliği’nin rolünü tahrif etmeyi suç sayan bir yasa değişikliğini imzaladı. Yeni yasaya göre bu suçu işleyenler beş yıla kadar hapis cezasıyla yargılanacak.
Pazartesi günü Rusya, Ukrayna’yı “Nazizmi yüceltmekle” suçlamıştı. Ayrıca Rusya’daki batı yanlısı siyasetçiler veya yazarlar, sıklıkla Sovyetler Birliği’nin Nazizme karşı direnişini hedef alıyor. Geçtiğimiz yıl özel Dozhd televizyonunun, İkinci Dünya Savaşı’nda 872 gün boyunca Nazi ordularınca kuşatma altına alınan Leningrad’la ilgili anketi tepki çekmiş ve yayından kaldırılmıştı. Ankette “Leningrad Nazilere teslim edilseydi daha fazla can kurtarılmaz mıydı?” sorusu yöneltilmişti.
Öte yandan Putin, Ukrayna krizini “objektif olarak yansıttıkları” gerekçesiyle 300 gazeteciye madalya verilmesi emrini verdi.
Ukrayna seçimlerine kilitlendiler
Avrupa Birliği, ABD ve Rusya arasında Ukrayna’da 25 Mayıs’ta yapılması planlanan cumhurbaşkanlığı seçimleri tartışma konusu olmaya devam ediyor.
Pazartesi günü Ukraynalı mevkidaşı Andriy Deşçitsya ile görüşen Rusya Dışışleri Bakanı Sergey Lavrov, “Kiev yönetimi halkına karşı orduyu kullanırken, seçimlerden bahsetmek sıradışı” dedi. Bu açıklamanın ardından Kiev de Almanya’nın yeni bir müzakere önerisine “Rusya seçimleri desteklerse” katılacağını duyurdu.
Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande da dün yaptığı açıklamada, “Ukrayna’da seçimler yapılmazsa, kaos çıkabilir ve içsavaş tehlikesi doğabilir” tehdidinde bulundu. Hollande “Seçimlere izin vermek Rusya’nın da çıkarına” dedi. Avrupalı Dışişleri Bakanları’nın Viyana buluşmasından da 25 Mayıs seçimlerine tam destek çıkması bekleniyor.
Kiev yönetimi Ukrayna’nın doğusundaki Rusya yanlılarına yönelik saldırılarını sürdürüyor. Dün İçişleri Bakanlığı Slavyansk’taki operasyonlarda 30 Rusya yanlısı ve dört askerin yaşamını yitirdiğini açıkladı. Rusya yanlıları Ukrayna ordusuna ait bir helikopteri daha düşürdü.
Kiev, Rusya yanlılarının faal olduğu liman kenti Odessa’ya da ırkçılardan oluşan Ulusal Muhafız birliği gönderdi.
http://haber.sol.org.tr/dunyadan/rusya-karadenize-yiginak-yapacak-haberi-92074
The New York Times'ın yayın kurulu tarafından kaleme alınan
ve "Bırakın Erdoğan kendi kavgasını kendisi versin" başlığı ile
yayınlanan makalede, ABD'nin Fethullah Gülen'i Türkiye'ye iade etmesi
için yeterli yasal dayanak bulunmadığını savunuldu.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Fethullah Gülen arasındaki işbirliğinin süreç içerisinde sert bir iktidar kavgasına dönüştüğü belirtilen başyazıda, "Erdoğan şimdi, Gülen'in iadesini isteyeceği yönünde tehditlerde bulunarak ABD'yi de tartışmanın içine çekmeye çalışıyor. Eğer Erdoğan dediklerini yapar ve resmi bir iade isteğinde bulunursa, yasalara göre Amerikan hükümeti isteği değerlendirmek zorunda. Ancak tehdit şu an, yasanın ve Türkiye'nin ABD ile ittifakının siyasi hesaplar için suiistimal edilmesi yönünde ahmakça ve gülünç bir girişim olarak duruyor" görüşüne yer verildi.
ABD'li uzmanlara göre, olası bir iade talebinin yasal dayanağı olmadığını belirten The New York Times, başyazıda "Çünkü ABD'de kalıcı oturma izni olan ve 1997'den bu yana Pennsylvania'da yaşayan Gülen hakkında hiçbir yasal suçlama ya da dava bulunmuyor. Gülen, laik hükümeti devirmeye yönelik suçlamaların ardından 1990'larda Türkiye'den ayrıldı ve hakkındaki suçlamaları reddetti; bu suçlamalar, Erdoğan iktidara geldiğinde düşürüldü. Fethullah Gülen'in, yargı, polis ve medyada yer alan müritleri aracılığıyla Türkiye'de geniş bir etki alanı var. Ancak bu ilişkileri Erdoğan ve çevresine karşı yolsuzluk soruşturmaları yürütmeleri için yönlendirdiği iddiasını reddediyor" denildi.
ABD'nin, iade isteğine olur demesi içi söz konusu kişinin her iki ülkenin yargı sistemlerince tanınan bir suçla suçlanması ve o kişinin, söz konusu suçu işlediği yönünde sağlam bir kanı oluşması gerektiği belirtilen başyazıda, "Gülen konusunda bu koşullar oluşmuş gibi görünmüyor. Washington Gülen'i tehdit olarak görmüyor; öyle olsaydı ülkede kalmaya devam etmiş olamazdı. Obama yönetimi şimdiye kadar, Türkiye'yle ciddi ve gereksiz yeni gerilimler yaratmaya sahip olan konu hakkında kamuoyu önünde yorum yapmaktan kaçındı. İade yasasını siyasi gerekçelerle kullanmak, yasanın kötüye kullanılması anlamına gelecektir. Erdoğan kendi siyasi kavgalarını kendisi vermeli" görüşüne yer verildi. (DHA)
http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/nyt-gulene-arka-cikti-birakin-erdogan-kendi-kavgasini-versin-haberi-91876
Fethullah Gülen'in ABD'den iadesini istenirse yanıt ne olur? Erdoğan'ın açıklamaları Gülen'i ABD'de zor duruma düşürecek mi? Milliyet yazarından çarpıcı iddialar...
Başbakan Erdoğan, ABD'den Fethullah Gülen'in iadesini isteyeceğini açıklarken olası bir iade talebinin nasıl yanıtlanacağı sorusu da çarpıcı yorumlara konu oluyor. Milliyet gazetesinin ABD'yi yakından takip eden isimlerinden olan Aslı Aydıntaşbaş olası bir iade talebinin yol açacağı sonuçları kaleme aldı.
HÜKÜMETİN İADE HAMLESİ TERS TEPECEK!
Aydıntaşbaş, Erdoğan'ın cemaate dönük söyleminin Batı'da hiç bir karşılık bulmadığını vurgularken amaçlanan sonucun aksine Batı'nın gözünde cemaate "zulüm gören azınlık" ünvanı verdiğini yazdı. Erdoğan'ın üslubu sonucu Gülen'in ABD'deki varlığının artık daha sağlam hale geldiğini savunan Milliyet yazarı "ne mevcut ABD kanunları ne de Kongre, Obama veya daha sonraki yönetimlerin Fethullah Gülen’i sınır dışı etmesine izin vermez. Erdoğan yüklendiği sürece Gülen’in yeri sağlamdır.” diye yazdı. Aydıntaşbaş, iade talebinin Gülen'i ABD'nin gözünde Dalai Lama ya da Çin Komünist Partisi’nin yıllardır mücadele ettiği Falun Gong tarikatının lideri Li Hongzhi statüsüne taşıyabileceğini iddia etti.
İşte Ayrıntaşbaş'ın yazısındaki ilgili bölüm:
ABD GÜLEN CEMAATİNE NASIL BAKIYOR?
Konuyu bana aktaran ve Türk-Amerikan ilişkilerini yakından takip eden bir isim, Erdoğan, Abdullah Gül ve Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in art arda Fethullah Gülen konusunu gündeme getirmesini ”Farkında olmadan Fethullah Gülen’in reklamını yapıyorlar” diye yorumladı.
Çok doğru. Muhtemelen Boehner Washington’a gider gitmez Fethullah Gülen’in kim olduğunu sorup soruşturmuş, cevap olarak da ”Batılı eğitim tarzını savunan, Türkiye’de çok sayıda takipçisi olan ve Amerika’da da 100’den fazla okulu olan ılımlı Müslüman lider” gibisinden bir yanıt almıştır. Çünkü Amerikalılar açısından olayın en basite indirgenmiş hali budur.
Amerikalılar karmaşık denklemleri sevmezler. Bir defasında bir Kongre üyesine sorduğumda Gülen hareketini heyecanla ”Ben onlara Anti-Molla Müslümanlar diyorum” diye tanımlamıştı. Terörle ilişkisi var mı? Hayır. Silahlı mücadeleyi savunuyor mu? Hayır. Batı karşıtı mı? Hayır. Güçlü mü? Evet. Peki demokrasiden yana mı? Evet.
ANKARA'NIN TALEBİNİN WASHİNGTON'DA YANKI BULMASI MÜMKÜN DEĞİL
Hal böyleyken Ankara’nın Fethullah Gülen aleyhine başlattığı hukuki süreç ve iade talebinin Washington’da yankı bulması, mümkün değildir.
Peki ya Ankara Fethullah Gülen aleyhine “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs” suçlamasıyla bir örgüt davası açar, bunu resmi kanallardan ABD Adalet Bakanlığı’na iletirse? Durum yine değişmez.
CEMAAT BATI GÖZÜNDE "ZULÜM GÖREN AZINLIK"
Hükümetin Gülen’i ”suçlu” ilan etmesi, tüm dünyanın bunu kabul edeceği anlamına gelmez.
Hatta tam tersine, Erdoğan’ın 17 Aralık sonrası Fethullah Gülen cemaatine yönelik başlattığı sert kampanya ve bürokrasideki tasfiye dalgası, Batı nezdinde bu hareketin ”persecuted minority” (zulüm gören azınlık) statüsü kazanmasına neden olacaktır.
ABD DİNİ VE SİYASİ ÖZGÜRLÜKLERDE HASSASTIR
”Amerika’yı az çok tanıyanlar, bu ülkenin Avrupa’daki siyasi baskılardan kaçan dindarlar ve din adamları tarafından kurulduğunu bilir. Bu yüzden de dini ve siyasi özgürlükler konusunda hassastır Amerikan siyaseti.
ERDOĞAN'IN ÜSLUBU GÜLEN'İN ABD'DEKİ YERİNİ SAĞLAMLAŞTIRDI!
Erdoğan’ın Gülen’e yönelik üslubu ve başlattığı adli süreç, bırakın Hoca’nın ABD’deki varlığını zora sokmayı, tam tersine sağlamlaştırmıştır. Erdoğan’ın meydanlarda cemaate yönelik tehditkâr üslubu ve cemaatin liderinin iadesini istemesi, Gülen’i Amerikalıların gözünde otomatik olarak Dalai Lama ya da Çin Komünist Partisi’nin yıllardır mücadele ettiği Falun Gong tarikatının lideri Li Hongzhi statüsünde uluslararası bir mağdura dönüştürme potansiyelini taşıyor. Böyle bir taarruz karşısında ne mevcut ABD kanunları ne de Kongre, Obama veya daha sonraki yönetimlerin Fethullah Gülen’i sınır dışı etmesine izin vermez. Erdoğan yüklendiği sürece Gülen’in yeri sağlamdır.”
Dünya çapında kültür oluşturma sahasına dikkat edildiği zaman Batının, özellikle Amerika ve İngiltere devletinin Yahudilerin mali ve insani sermayesiyle beslenerek gerek kendi gerekse diğer milletler arasında yaymak istedikleri bir takım özel şeylerin propagandasını yaparak yaygınlaştırmak istediklerini göreceğiz ki; Batı’nın şiddetle ilgi ve alaka konusu yaptığı “Eşcinsellik”in kültür haline getirilmesi bunlardan birisidir.
Söz konusu
sistemlerin eşcinselleri savunmalarına (psikolojik açıdan doğal ve insani
eğilimlere duçar olup kendi dengesini yitirmiş ve psikolojik tedaviye ihtiyacı
olan fertler unvanıyla) insan hakları savunucuları açısından bakılmasa bile
yine de çeşitli toplumlar arasında bu fertler ve fertlerin sayısıyla bunlara
yapılan mali, siyasi ve toplumsal desteklerin çokluğunda hiçbir uyumun
olmadığını göreceğiz. Örneğin İngiltere toplumunun yüzde bir buçuğunu
eşcinseller oluşturur ve yüzdelik açısından son derece küçük bir cemiyetin
resmi olarak tanınmasında harcanan geniş çaplı paralarla ülkenin siyasi ve
toplumsal akımları arasında hiçbir münasebet yoktur.
Türkiye’de de Harun
Yahya olarak tanınan Adnan Oktar gibi şahıslar insani olmayan bu düşüncenin
propagandasını yapmaktadırlar.
Bu noktaya dikkatle
Adnan Oktar’ın böylesine mezhepsel kural tanımaz unvanıyla eşcinsellik akımına
duyduğu ilgi ve alaka onun sanal âleme yansıttığı davranışlarında görülmesi son
derece ilginçtir.
Şimdi sorulması
gerekir ki geçmişten bu güne asırlardır parlak dini geçmişi olan Türkiye gibi
bir ülkede bu gibi şahsiyetlerin eşcinsellik akımıyla mı uğraşmaları gerekir?
Bu tür akımların
propaganda yapılması kararının Türkiye mason locaları tarafından alındığı ve bu
locaların Yahudi Oligarşisi’yle birebir ilişkilerinin sonucu olduğunda hiçbir
şüphe yoktur.
İngiliz Gazeteci Yazar Patrick Cockburn, Independent on Sunday Gazetesinde yayınlanan makalesinde; ABD istihbarat teşkilatı CIA, İngiliz İstihbarat Teşkilatı MI 6 ve Türkiye’deki Tayyip Erdoğan hükümetinin bir plan üzerinde anlaştığını öne sürdü.
Cockburn, planda Libya’da Kaddafi yönetimine ait silahların Türkiye’ye taşınması ve Türkiye toprakları üzerinden Suriye’deki ‘silahlı gruplara’ aktarılmasının öngörüldüğünü iddia etti.
İngiliz Gazeteci Yazar Patrick Cockburn “MI 6, CIA ve Türkiye’nin Suriye’deki Kurnaz Oyunları” başlığı altında yayımlanan makalesinde; ideoloji ve yöntemlerinde El-Kaide terör örgütüne benzeyen radikallerin “Suriye’deki muhalefete” hakim olmalarına rağmen ABD dışişleri bakanı ve Birleşmiş Milletlerdeki büyükelçisinin Suriye’deki “silahlı gruplara” daha fazla destek sağlanması amacıyla yoğun çabalar ve baskılar uyguladıklarına dikkat çekti.
Cockburn Türkiye’deki Erdoğan hükümetinin askeri ve lojistik desteği ile Lazkiye kırsalının kuzeyi Keseb Bölgesine yapılan hırçın saldırının Çeçenli ve Faslı, oldukça tehlikeli radikallerin komutasında yapıldığını iddia etti.
ABD idaresinin Suriye’deki “silahlılara” askeri ve lojistik desteğini mümkün olduğunca gizli tutmaya çalıştığına dikkat çeken Cockburn, dolayısıyla Amerikalı ünlü Gazeteci Seymour Hersh’in London Review of Books Dergisinde yayınladığı ve “Erdoğan hükümetinin radikallerin Suriye’de kimyasal silah kullanmalarında parmağı olduğunu kanıtlayan” raporun ABD idaresi için kırmızıçizgi teşkil ettiğini ifade etti.
İngiliz Gazeteci Cockburn; ABD, İngiltere ve Türkiye’nin koordinasyonu ile hazırlanan planda Libya’da Kaddafi yönetimine ait silahların Türkiye’ye taşınması ve Türkiye toprakları üzerinden Suriye'deki “silahlı gruplara” aktarılmasının öngörüldüğünü öne sürdü.
Plan belgelerinin 2012 yılının başlarında “ABD Başkanı Barack Obama ve Başbakan Erdoğan’ın yanı sıra Suudi Arabistanlı ve Katarlı yetkililer arasında bir anlaşmanın olduğunu” gösterdiğine dikkat çeken Cockburn, anlaşmada Libya’daki silahların finansına ilaveten hayali şirketler kurma üzerine odaklanıldığını iddia etti.
Avustralyalı olduğu iddia edilen şirketlerde ABD ordusunda eski askerlerin görevlendirildiğine işaret ederek, bunların Libya’dan Kaddafi silahlarını Türkiye'ye ve oradan da Suriye'deki ‘silahlılara’ aktarma işini üstlendiklerini öne sürdü.
http://www.odatv.com/n.php?n=erdogan-abd-ve-ingiltere-ile-anlasti-kaddafinin-silahlari-suriyeye-tasiniyor-1404141200
AKP Genel Başkan Yardımcısı Salih Kapusuz, Türkiye’de milli duygulara vurgu yapılarak bağış toplayan paralel yapının, bu paraları dışarıda Türkiye aleyhine propaganda aracı olarak kullandığını söyledi.
Twitter hesabından Gülen Cemaatine ilişkin bazı basın yayın organlarında çıkan haberleri paylaşan Kapusuz, cemaate yönelik eleştirilerini sürdürdü.
“Paralel Yapı’nın ABD’deki derneği, yabancı ülke temsilciliklerine mektup yazarak 'Türkiye’de demokrasi tehlikede' demiş" diyen Kapusuz şunları kaydetti:
'İSRAİL VE ERMENİ LOBİSİ GİBİ'
“Bununla da yetinmeyip ihaneti öyle bir boyuta ulaştırmışlar ki 'Sözde Ermeni soykırımı' yasa tasarısını hazırlayan ABD'li Senatör’e 6 yıldır bağış yapıyorlarmış.
Hatırlarsanız daha önce de vakıfları-dernekleri aracılığıyla ABD’deki İsrail lobisine bağış yaptıklarına dair haberler yayınlanmıştı.
Evet, ABD’de paralel yapının bir lobisi var ama bu lobi tıpkı İsrail ve Ermeni lobisi gibi Türkiye’nin aleyhine çalışıyor. Sonra da dönüp Anadolu insanına 'Biz Türkiye’nin tanıtımını yapıyoruz' diyorlar.”
Bütün bunlar şuna işaret ediyor; Türkiye’de milli duygulara vurgu yaparak bağış toplayan paralel yapı, bu paraları dışarıda Türkiye aleyhine propaganda aracı olarak kullanıyor.
Anadolu insanının dişinden tırnağından arttırıp verdiği bağış paraları Ermeni ve Yahudi lobilerine veriliyor bu da yetmezmiş gibi Türkiye aleyhine mektuplar yazılarak yabancı ülkelere Türkiye kötüleniyor.
Dikkat ederseniz bu yapının yakın temasta bulunduğu ABD’li neoconlar geçtiğimiz ay Obama’ya mektup yazıp Türkiye’deki gelişmelere müdahale etmesini istemişti.”
http://www.odatv.com/n.php?n=cemaat-israil-ve-ermeni-lobisi-gibi-1404141200