"Servet kazanmak isteyen siyasiler iş dünyasına gelsin"
Cemaat’in işadamları örgütü TUSKON, Başbakan Erdoğan’ın bu çağrılarına, "Siyaset servet edinme yeri değil, para kazanmak isteyen gelsin iş dünyasına atılsın." şeklinde cevap verdi.
TUSKON’ın 5. Genel Kurulu’nda konuşan Başkan Rıza Nur Meral, Türkiye’nin kötüye doğru giden ekonomisinden 17 Aralık yolsuzluk operasyonuna, dış politikadan PKK’ya kadar birçok konuda hükümeti sert bir dille eleştirdi.
Meral’ın konuşmasındaki konu başlıkları ve hükümete yönelik eleştirileri şöyle sıralandı:
“"YOLSUZLUKTAN KURTULMAYA ÇALIŞAN HÜKÜMET”
Gelişmiş piyasalarda yaşanan kriz sonrası yeni ekonomi politikası belirleme süreci ve FED’in piyasaya arz ettiği dolarları azaltması Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelere olumsuz etkiler yapmaktadır. Bu süreç fonların gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere kaymasına neden oluyor. Cari açığı en yüksek ülkelerden biri olan Türkiye de kırılgan ekonomisi ile bu süreçte kendine düşen payı alıyor.
Böyle önemli bir küresel süreç yaşanırken Türkiye’de bir yılda yapılacak üç seçimin getirdiği gerginlikle birlikte demokrasiden, hukukun üstünlüğünden, özgürlüklerden her türlü tavizi vererek yolsuzluk ve irtikâp soruşturmalarından kurtulmaya çalışan bir hükümetin varlığı da uluslararası piyasalardaki kırılgan Türkiye algısını çok daha fazla pekiştirmektedir. Ve kırılgan beşli olarak adlandırılan Brezilya, Hindistan, Endonezya, Güney Afrika ve Türkiye’nin arasında kırılganlığı en yüksek olanı olarak Türkiye gösterilmektedir.
Özellikle döviz kurlarındaki dalgalanma ve faizlerdeki artış bu sürecin öncü sarsıntılarıdır. Cari açığımızı makul bir sürede kapatamaz isek döviz kurlarında ilave yükselmelerle karşılaşabiliriz.
Böyle bir dönemde hem ticaret hem cari açık veren bir ekonomide sakınılması gereken en önemli konu belirsizlik ve bu belirsizliğe sebep olacak bir söylemle halkın kutuplaştırılmasıdır. Yurt dışından gelecek fonlara cari açığı kapatmak için ihtiyacı olan bir ülke olarak yatırım ortamı konusunda soru işaretleri oluşturma lüksümüz yoktur. Aksi takdirde sadece ekonomik şartları daha da ağırlaştırmış olacağız.
"RANT TABANLI İNŞAATA DAYALI BÜYÜME OLMAZ"
Dünyaya ve dolayısı ile şoklara tamamen açık bir ekonomiye sahibiz. Son küresel krizin ardından Dünya Ticaret Örgütü’nde mesafe alınamadığı görüldükten sonra TTIP(Trans Atlantik Ticaret ve yatırım ortaklığı) ve TPP(trans Pasifik Ticaret ve yatırım ortaklığı) ile ticaret ve yatırım odaklı iki pakt önümüzdeki dönem dünya ticaretine yön verecek. Türkiye olarak bir an önce gerekli adımları atmak ve bu sürecin içinde yer almak durumundayız. Aksi takdirde bölgesinde izole olmuş ve yurt dışına bağımlığı süren bir ülke olarak oldukça zor bir dönemin bizi bekleyeceği akıldan çıkarılmamalıdır.
Son dönemde yaşanan sanayiden, rantiye, müteahhitlik ve enerji sektörüne geçişi geri döndürmek ve üretimi yeniden karlı ve cazip hale getirmek için bir dizi tedbirin alınması gerektiği de kaçınılmazdır. Bu tedbirlerin bir kısmı mesleki eğitime yatırım, doğru, sade ve efektif vergilendirme, işgücü piyasasındaki esnekliktir. Bu noktadaki reformlar politik gelişmelerin gölgesinde kalmaktan bir an önce çıkarılmalı ve gerekli adımlar şeffaflıkla atılmalıdır.
Sağlıklı, sürekli ve dengeli ekonomik büyümenin yolu güçlü sanayi politikasından geçmektedir. Rant tabanlı inşaata dayalı büyüme modelinin kısa vadede istidama ve milli gelire katkısı olsa da uzun vadede sürdürülebilir bir büyüme modeli değildir. İspanya’nın akıbetine uğramamak için bu tuzaktan ısrarla kaçınmalıyız.
DIŞ POLİTİKA ELEŞTİRİSİ
Uzun vadeli bu görüşlerimizi paylaştıktan sonra sizlerin Başkanım şimdi biz 2014’de işimizi nasıl yönetelim diye sorduğunuzu duyar gibi oluyorum. Öncelikle borçlanmaya karşı hassas olmamız gereken bir dönemden geçiyoruz. Borçlarımızı kazancımız cinsinden almaya ve vadesini de bir yıldan az tutmamaya dikkat etmeliyiz. Mümkünse orta vadeli ve eşit ödemeli borçlanma tercih edilmelidir. Döviz ve faizlerdeki aşırı oynaklığın bir yıl daha devam etme ihtimali mevcuttur. Bu nedenle planlarımızı bu çerçevede yapmak en iyisi olacaktır. Tasarrufu ve verimliliği artırıcı önlemler en önemli stratejimiz olmalıdır.
Ekonomik olarak bu tedbirleri alırken dış politikamızın, iş dünyasının taleplerini, hassasiyetlerini ve kalkınmayı desteklemesi, ekonomi ve enerji gibi konuların dış politikamızın temellerine eklemlenmesi elzemdir. Ülkemizin ve bölgemizin etnik, dini ve siyasal renklilikler açısından zengin ve karmaşık olması, bizi düşmanlıklar üzerinden değil dostluklar üzerinden dış politika yapmaya ve bu yolla bir etki alanı oluşturmaya mecbur kılmaktadır. Yurtta Sulh Cihanda Sulh prensibi ve ‘Hayır Sulhtadır, Sulh Hayırdır’ düsturu iç politikamız için olduğu kadar, dış politikamız için de çok önemlidir. Ülkemizi ve bölgemizi kutuplaştırıcı ve ayrıştırıcı dış politikaların ülkemize ve bölgemize istikrar ve huzur getirmeyeceği açıktır. Türkiye’nin bölgesinde istikrarın merkezi olması ve müttefikleri nezdinde güvenilirliğinin devam etmesi dış politikamızın önemli unsurlarından olmalıdır.
2009 yılında başlayan Küresel mali kriz, Türkiye’deki Avrupa Birliği algısını menfi anlamda etkilemiştir. Bu süreçte, bir takım çevrelerin Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne artık ihtiyaç duymadığı söylemi tam anlamı ile ‘gerçeği ıskalamak’ tır. 10 yıl önce ekonomik olarak güçlü büyümemizde destek noktası oluşturan AB reformlarının da yeniden reform anlayışımızın temeline alınmasını arzu ediyoruz. AB ile siyasi gelişmeler sebebiyle kopma noktasına gelen üyelik müzakerelerinin yeniden canlandırılması gerekmektedir. Bu sürecin salt bir üyelik için gerekli bürokratik işlemler olmadığı ülkemizin dünyada rekabet edebilirliği arttıracak, ekonomik kalkınmamızda temel teşkil edecek ve demokrasimizi inşa edecek bir süreç olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız.
BAŞBAKAN’IN TUSKON’DAKİ KONUŞMALARINI HATIRLATTI
Geçtiğimiz 2 ayda toplumun birçok kesimi bir nevi şeytanlaştırmayı andıran siyasi söylemlerden payını aldı. Ancak TUSKON üyeleri tarihinde görülmemiş hakaretlere ve iftiralara maruz kaldı. Halbuki; bir önceki Genel Kurul Toplantımıza katılan Başbakan sizlere hitabını yine bu salonda şu sözlerle yapmıştı.
Aynen okuyorum: TUSKON'a, TUSKON'un tüm mensuplarına, özellikle Türkiye'nin adını dünyaya duyurdukları, ay yıldızlı bayrağın, bu aziz milletin büyüklüğünü en uzak ülkelere, en ücra kentlere şerefle taşıdıkları için, şahsım, ülkem ve milletim adına şükranlarımı sunuyorum. TUSKON, hırsı değil kanaati, kazanmayı değil paylaşmayı, sömürmeyi değil dayanışmayı savunarak, savunduğu değerlerin samimiyetle arkasında durarak, kendisini değil, ülkesini ve milletini öne çıkararak farklılığını ortaya koydu. En önemlisi de TUSKON, sırtını belli çıkar çevrelerine, çıkar odaklarına değil, millete dayadı. Kaynağını milletten aldı, ilhamını milletten aldı, motivasyonunu, ufkunu, misyonunu milletten aldı. Nasıl ki Mevlana, bir elini göğe açıp, bir elini toprağa uzattı, 'Hak'tan aldığımı halka veriyorum' dediyse, işte TUSKON, TUSKON gibi Anadolu evlatları, Anadolu kaplanları, Hak'tan aldılar, halkla paylaştılar, birlikte büyüdüler. Nasıl ki Mevlana, 'pergel misali, bir ayağın burada merkezde olacak, bir ayağınla alemleri dolaşacaksın' diye tavsiyede bulunduysa, işte Anadolu'nun aslanları da, güçlerini Anadolu topraklarından aldılar, tüm dünyayı deveran ettiler’.
Aynı Başbakan’ın aynı insanları, TUSKON’umuzu bugün burada ifade etmeyi kendimize yakıştıramadığım sözlerle tahkir etmesini neyle açıklayacağımızı bilemiyoruz. Biz dün neysek bugün de O’yuz. Bu sebeple de söylenen kötü sözlere dair hiç bir endişe taşımıyoruz. 50 yıllık, yüz binlerce insanın ortak değerleri ile ortaya çıkan bir hareketin 3-4 ayda aktan karaya dönüşeceğini kimseye inandıramazsınız. Ülkemizde örnek bir neslin yetişmesi ve sosyal yaralarımızın tamiri için çırpınan, dünyanın dört bir yanına Türkiye’nin değerlerini, duygu ve düşüncelerini yayan bu insanlara, atılan iftira ve hakaretleri sahiplerine iade ediyoruz. Bu gönül erlerinin her türlü övgüye ve iltifata layık olduklarını düşünüyor ve huzurlarınızda, onları en derin sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. TUSKON olarak 55.000 üyemizle maddi manevi bu kardeşlerimizin yanlarında olmaya sizin de onayınızla buradan söz veriyoruz.
FETHULLAH GÜLEN VURGUSU
Yine bu süreçte gerek ülkemizde gerekse Dünyanın 160 ülkesinde insanların güvenerek evlatlarını emanet ettiği Hizmet Hareketi’nin fikir mimarı ve ülkemizin yetiştirdiği en nadide şahsiyetlerden birisi olan Muhterem Fethullah Gülen Hoca Efendi’nin de aynı iftira ve hakaretlere hem de her gün meydanlarda alenen maruz kaldığını büyük bir üzüntü içerisinde takip etmekteyiz. Fethullah Gülen Hocaefendi 50 yılı aşkın süredir yalnız bu toplumun yaralarını değil dünyada kanayan bütün yaraları sarmak için bir mum gibi yanarak etrafındaki insanların gönüllerini tutuşturmuş, onları milletine adanmış ruhlar haline getirmiştir. Hocaefendi, Yunus Emre ve Mevlana’nın anlayışını ve ruhunu çağımızda yaşatan, milletimizin manevi dinamiğidir. Dünya namına bugüne kadar hiç kimseden bir talebi olmamış, evlatlarımıza ve neslimize sahip çıkabilmek adına kendinden önceki Yüce Kamet’ler gibi evlad-ı iyalden dahi geçmiştir.
Eminim sizler de bu dediklerime şahitlik edeceksinizdir!!! Birer imtihan vesilesi olarak dünya malı ve evladın verilmesindeki sırrı anlamayanların, bu yüksek mefkureleri ve adanmışlığı anlamasını beklemiyoruz ancak en azından saygı göstermelerini beklemekteyiz. Dostun attığı gülden bile incinen bir ruha sahip Hocaefendi’ye edilen kem sözleri kınıyor, bu sözlerin, sahiplerini iki cihanda da mahcup edeceğini düşünüyorum. Biz biliyoruz ki; Kem söz sahibine aittir. Eğitim hizmetlerinin dünyanın dört bir yanına açılmasını teşvik ettiği gibi iş dünyamıza da dünyanın tümünü hedef Pazar olarak tavsiye eden ve ufuk veren Muhterem Hocaefendi’ye, temel değerlerimizi bize yaşayarak anlattığı için biz de ayrıca müteşekkir ve borçluyuz. Burada kendisine duyduğumuz özlemi ifade ediyor, en derin hürmetlerimizi arz ediyoruz.
“17 VE 25 ARALIK YOLSUZLUK OPERASYONUNUN ÜSTÜ ÖRTÜLEMEZ”
Burada bir noktaya daha dikkatinizi çekmek istiyorum. 17 Aralık ve 25 Aralık’ta açılan davalarda ortaya çıkan fotoğraflar, kasalar, saatler, bavullar ve kutular hepimizi derinden üzmüştür, milletimizin hafızasına kazınmıştır. Yurt dışı bağlantılı iddialar ve bakanlarımızın bu iddialara aileleri ile beraber konu olması ülkemizin güvenliği adına bir fecaat arz etmektedir. Davada para aklama ile adı geçen ülkenin, bu bakanlarımıza bugün ortalığa saçılan bilgilerle şantaj yapmış olması ihtimali dahi ülkemizin siyasi karar alma mekanizmasının güvenirliğine dair çok önemli sorulara ve büyük endişelere sebep olmaktadır. Ancak bu endişelerin ve sorunların çok daha büyüğü hükümetimizin bu soruşturma ve davalara karşı verdiği cevaplarla ortaya çıkmış ve sürece, yasa ve teamüllerin rağmına yapılan müdahalelerle bir hükümet sorunu olan yolsuzluk bir devlet sorunu haline getirilmiştir. Sebebi her ne olursa olsun yürütülmekte olan bir davaya müdahale edilmesi asla kabul edilemez.
Hele ki bu devletin savcılarının, hakimlerinin ve güvenlik güçlerinin 14 ay süren bir soruşturma ve binlerce delil ile kanuni yollarla ortaya çıkardıkları büyük bir yolsuzluk skandalı asla bir darbe girişimi olarak adlandırılamaz ve üstü örtülemez. Hiçbir delil olmaksızın yargı ve güvenlik güçlerine ağır ithamlarda bulunarak onları dış güçlerin maşası olarak suçlamanın, darbe yapmakla itham etmenin dünyada başka bir benzerini hiç görmedik.
Başta yolsuzluk soruşturmalarını yürütenler olmak üzere binlerce emniyet müdürü ve güvenlik mensuplarının kışın ortasında aileleri ile birlikte görev yerlerinin değiştirilmesi devlet işleyişine vurulmuş bir darbedir. Başta yolsuzluk soruşturmalarını yürütenler olmak üzere, bu insanlara isnat edilenler gibi bir suç var ise delilleriyle mahkemeye getirilmeli, yargılanmalı ve usulüne uygun şekilde cezalandırılmadır. Devlet geleneğimiz de, modern devlet anlayışı da bunu gerektirir.
“YARGIYA KARŞI ÇIKILIYOR”
Yolsuzluk operasyonlarıyla başlayan sürecin sonrasında ülkemizin normalleşmesine yönelik en önemli adımlar olarak gördüğümüz ve tutumu sebebiyle hükümeti alkışladığımız Ergenekon ve Balyoz davalarının dahi aynı şekilde sorgulanmaya başlaması işin vahametini ortaya koymaktadır. Öyle ki adi suçlardan suç üstü yakalananlar bile güvenlik güçlerine karşı gelmekte, yargı kararlarını sorgulamaktadırlar. Unutulmamalıdır ki; Yargıya ve yargının güvenilirliğine vurulan her bir darbe bu devlete konulmuş bir dinamittir. Her mahkeme salonunda yazan ve kaynaklarımızda Hz. Ömer’e ait olan sözde ifade edildiği gibi ‘Adalet Mülkün Temelidir’, bu sözdeki mülk de devletin ta kendisidir. Bugün yapılanlarla adalete güven sarsılmaya çalışılmakta ve devletin varlığının sorgulanmasının önü açılmaktadır. Bunu asla kabul edemeyiz.
Diğer yandan Yargı erkinin görevini ifa etmesini engelleme ve yargıyı cunta faaliyetleri içerisinde gösterme çabalarının, yakın zamanda yargının öncelikle tarafsızlığını, sonrasında da bağımsızlığını elinden alacak düzenlemelere dönüştüğünü büyük bir endişe ile izlemekteyiz. Daha önce başta Anayasa olmak üzere, toplumsal desteği geniş, bireysel hak ve özgürlüklerin genişletilmesi gibi konularda bile, mutabakat arayan hükümetin, geçtiğimiz 2 ay içerisinde devletin temel işleyişini kökünden değiştirecek Özel Yetkili Mahkemelerin Kaldırılması, HSYK ve MIT yasası gibi konularda hiçbir toplumsal tartışma ve mutabakat olmaksızın yasal düzenleme yapması endişelerimizi katlamıştır. 2010 Referandumu’nda milli iradenin yüzde 58 oy vererek yaptığı değişikliklerin sivil toplumun ve uluslararası kuruluşların itirazları göz ardı edilerek alelacele bir şekilde değiştirilmesi bu endişelerimizin delilleridir. Türkiye’nin en fazla üyeye sahip iş dünyası sivil toplum örgütü olarak bu düzenlemelere karşı olduğumuzu daha önce yazılı bir açıklama ile kamuoyuyla paylaşmıştık. Bugün de bu görüşümüzün arkasındayız, zira bu düzenlemeler en hafifiyle yüzde 58’lik milli iradeye saygısızlıktır.
SÜRECİ TARAFSIZ OLARAK YENİDEN DEĞERLENDİRİN
Bu yasal düzenlemelerle alakalı Türkiye’nin de üye olduğu Avrupa Konseyi’nin Venedik Komisyonu’nun ciddi çekinceleri bulunmaktadır. TUSKON Başkanlar Kurulu’nun da açık destek verdiği 2010 Anayasa Referandumunda her konuda görüş alışverişinde bulunulan Venedik Komisyonu’nun bu yasalara dair ön incelemelerinde verdiği olumsuz görüşler sebebiyle devre dışı bırakılması endişelerimizin haklılığını ortaya koymaktadır. AB Komisyonu’nun da yukarıdaki konulara dair endişelerini defalarca dile getirdiğini, Avrupa Parlamentosu üyelerinin de bu düzenlemeleri sert bir dille eleştirdiklerini ve Türkiye’nin dostlarının bile üyelik müzakerelerinin askıya alınması gibi tehlikelere dikkat çektiklerini unutmamalıyız. Bu bağlamda AB Konseyi’ni, müzakerelerde önünde bir üyenin tek taraflı engellemesinin haricinde hiçbir engel bulunmayan Yargı ve Temel Hak ve Özgürlükler konulu 23 ve 24 numaralı konu başlıklarını acilen açmaya davet ediyoruz. İçeride tarafgirlikle bunalan zihinlerimizi dışarıdan nasıl görünüyoruz, tarafsız olanlar meseleye nasıl bakıyorlar sorusu etrafında bütün bu süreci yeniden değerlendirmeye davet ediyoruz.
28 Şubat döneminde eğitimimize vurulan darbenin etkisi daha silinememişken ve eğitim politikamız artık tescilli bir milli başarısızlığa dönüşmüşken, yüzbinlerce atanamayan öğretmen ve öğretmensiz okullar gerçeği ortadayken, var olan doğruların da eğilip bükülerek on binlerce insanın kazanılmış haklarını gasp eden ve eğitimde eşitsizliği azaltan, terörün önünü kesen dershaneleri kapatan, yangından mal kaçırırcasına hazırlanan milli eğitim yasa tasarısının da milli menfaatlerimizle taban tabana zıt olduğunu düşünüyoruz.
BANK ASYA ELEŞTİRİSİ
Bu dönemin bir diğer fecaatini ise üyemiz olan Bank Asya’ya yönelik siyasi ve idari linç operasyonunda gözlemledik. Yüzde 50’nden fazlası halka açık ve Borsa’da işlem gören bir bankayı, devlet iştirakleri ve iktidara yakın şirketlerin aynı günde vadeleri dolmadan hesaplarındaki tüm paraları çekerek batırmaya çalışmışlardır. Dünyada finansal piyasaların kırılganlıklarının en üst düzeyde olduğu bir dönemde ülke ekonomisine en büyük darbeyi vuracak bu adımın mes’ullerinden hesap sorması beklenen ve bu tür spekülasyonları engellemekle sorumlu devlet kurumları SPK ve BDDK bu rezaleti sadece izlemiş ve böylece görev suçu işlemiştir. Bir tek bankanın batmasının zaten zorlanmakta olan ekonomimize olan güveni tarumar edeceği ekonominin temel denklemlerini bilen herkesin göreceği bir gerçektir. Ama hamdolsun ki bu millet kendi kurumuna sahip çıkmış gerektiğinde arabasını evini satarak hem bankayı hem de ekonomimizi kurtarmıştır.
Parlamenter bir demokrasi için siyaseten çok güçlü ve etkili olan, görevi gereği erklerin sağlıklı işleyişini düzenlemekle mes’ul Cumhurbaşkanı’nın bütün bu hukuksuzluklar karşısında sessiz kalmasını ve başında olduğu Cumhur’u öksüz bırakmasını ciddi bir ızdırabla izliyoruz.
SİYASİLER SERVET EDİNMEK İÇİN İŞ DÜNYASINA GİRSİN
Son günlerde bazı siyasetçiler Sivil Toplumu kastederek sık sık muhalefet yapacaklarsa parti kursunlar siyasete girsinler diyorlar. Buna karşılık bazı işadamları da verdiğimiz vergilerin, ülke kaynaklarının nasıl kullanıldığını bilmek en doğal hakkımız diyorlar. Bunu yapmak niçin muhalefet olsun diyor ve şunu ekliyorlar;
Siyaset Millete hizmet etme yeridir, para kazanma, servet edinme yeri değildir. Para kazanmak isteyen siyasileri eşit şartlarda rekabet edebilmek adına siyaseti bırakıp, şirket kurup iş hayatına girmeye davet ediyoruz.
Sonuç olarak yaşadığımız bu sürecin siyasi anlamda oluşacak ağır maliyetlerinin yanı sıra kısa, orta ve uzun vadede ulusal ve uluslararası arenada çok ağır ekonomik ve ticari maliyetlere de yol açacağını unutmamamız gerekiyor. Büyüme ve gelişme için hem yurtdışından doğrudan yatırıma, hem de yurtdışından finansman bulmaya ihtiyacı olan Türk ekonomisinin, yurt dışında ‘öngörülebilir bir hukuk devletinden’, ‘bir gecede değiştirilebilen sözde kanunlar ülkesine’ dönüşen ülke algısı nedeniyle ciddi bir güven, finansman ve yatırımcı kaybına uğrayacağı endişesini taşıyoruz.
Herkesi devletimizin ve ülkemizin geleceğini muhafaza etmek için adalete ve hukukun üstünlüğüne saygılı olmaya ve yargının bağımsızlığını zedeleyecek adımlar atmamaya davet ediyoruz. Erklerin işleyişinde büyük bir sıkıntıyı ortaya çıkaran ve devletimizin geleceğini tehdit eden bu hususta başta Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan ve Muhalefet Liderleri olmak üzere tüm sorumluları göreve davet ediyoruz.
"YAMUK İŞLER GİZLENİYOR"
Sizlerin çok büyük mücadeleler ile yatırım, imalat ve ihracat yapma çabalarınız ve bunların sonucunda büyümeye ve istihdama yaptığınız katkılar gerçekten takdire şayandır ve bütün Dünyada gıpta ile izlenmektedir.
Ancak milli gelirimize oranı yüzde 12 civarındaki iç tasarruflarımız ihtiyacımız olan yüzde 7'ler civarındaki büyümeyi finanse etmeye yetmemektedir. Ülkemiz sürekli yüksek miktarda yabancı sermaye girişine ihtiyaç duymaktadır. Ancak yabancı sermayenin gelebilmesi için bazı şartların mevcut olması gereklidir, bunlar nelerdir ve Türkiye olarak biz bunları sağlamakta ne kadar başarılıyız?
İş yapma kolaylığı : Türkiye Dünya’da 69’uncu sırada gelmektedir.
Ekonomik özgürlük notu : Dünyada 73. Sıradayız.
Ülke notu sıralamasında : 64'üncüyüz
Düzenleme kurullarının kalitesi: 69'uncuyuz
İhtilafları çözme kolaylığı endeksi : 130'uncuyuz
Küresel rekabet edebilirlik endeksi : 44'üncüyüz
Yolsuzluk kontrol göstergesi : 78'inciyiz
Yolsuzluk algı endeksinde : 180 ülke arasında 58'inciyiz
Son gelişmeler etrafında 2014’te ilk yüze bile maalesef giremeyeceğimizi düşünüyoruz.
Bu seviyelere hepinizin şaşırdığını özellikle yolsuzlukla ilgili göstergelerin gerçek olamayacağını. Montaj ve düzmece olduğunu hatta paralel yapının işi olabileceğini söylediğinizi duyar gibiyim.
Zaten son günlerde medyada büyük şaşkınlık ve üzüntü ile izlediğimiz haberler, tapeler ; paralel, üçgen, dikdörtgen’e bakın derken ne kadar yamuk işlerin gizlenmeye çalışıldığını, nelerin götürüldüğünü de çok net ortaya koyuyor.
HAKİKİ PARALEL YAPIYA GÜNEYDOĞU'DA GÖZ YUMULUYOR
Paralel tartışmaları ve bu tür söylemlerle ortalık bulandırılırken ülkemizin güney doğusunda hakiki bir paralel devlete göz yumulmakta ve ülke sonu belirsiz bir mecraya doğru sürüklenmektedir.
Bizler iş Dünya’sı olarak ülkemizin aldığı yolu ve yapılan olumlu işleri inkar ediyor değiliz ancak herkesin diline doladığı orta gelir tuzağına niçin yakalandığımızı ve neden kurtulmak için debelenip durduğumuzu izah etmeye çalışıyoruz. Bu veriler, son yıllarda ülkemize gelen yabancı sermayenin ağırlıklı olarak ya sıcak para şeklinde borsaya yada gayrimenkul ve rant alanına geldiğini ve neden sanayi ve üretime gelmediğini net bir şekilde açıklıyor.
Sizler bir yandan hepiniz için geçerli olan yurtiçindeki bu engelleri aşarak yatırım ve üretim yapıyorsunuz . Bir yandan da ürettiklerinizi küresel rakipler ile mücadele ederek başkalarının mevcudiyetini bile bilmedikleri ülkelere satıyorsunuz. Bunları yaparak ülkemizi en ağır küresel krizlerden Allah’ın izni ile hasarsız geçiriyorsunuz. Ülkemizin büyümesine insanların iş ve aş sahibi olmalarına vesile oluyorsunuz.
Tüm bunlar size zor gelmiyor ama oylarınızla yönetime gelenlerin sizleri haşhaşilikle, ur , virüs , kandan beslenen vampirler olmakla suçlamaları çok ağırınıza gidiyor biliyorum. Ama sokakta, otobüste, kahvede, medyada duyup gördüklerimize göre şuna da inanıyorum ki yakın gelecekte kimlerin inlerde yaşadığını, kimlerin saklanacak in arayacağını, kimlerin müsvedde kimlerin asıl olduğunu herkes görecek.
Bu arada sizlerin sosyal sorumluluk bilinci yüksek vatandaşlar olarak daha çok çalışmaya, meşru yoldan daha fazla kazanmaya ve kazandıklarınızı ülkemize ve insanlığa hizmet yolunda harcamaya devam edeceğinize inanıyorum.""
http://www.odatv.com/n.php?n=servet-kazanmak-isteyen-siyasiler-is-dunyasina-gelsin-0103141200
TUSKON’ın 5. Genel Kurulu’nda konuşan Başkan Rıza Nur Meral, Türkiye’nin kötüye doğru giden ekonomisinden 17 Aralık yolsuzluk operasyonuna, dış politikadan PKK’ya kadar birçok konuda hükümeti sert bir dille eleştirdi.
Meral’ın konuşmasındaki konu başlıkları ve hükümete yönelik eleştirileri şöyle sıralandı:
“"YOLSUZLUKTAN KURTULMAYA ÇALIŞAN HÜKÜMET”
Gelişmiş piyasalarda yaşanan kriz sonrası yeni ekonomi politikası belirleme süreci ve FED’in piyasaya arz ettiği dolarları azaltması Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelere olumsuz etkiler yapmaktadır. Bu süreç fonların gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere kaymasına neden oluyor. Cari açığı en yüksek ülkelerden biri olan Türkiye de kırılgan ekonomisi ile bu süreçte kendine düşen payı alıyor.
Böyle önemli bir küresel süreç yaşanırken Türkiye’de bir yılda yapılacak üç seçimin getirdiği gerginlikle birlikte demokrasiden, hukukun üstünlüğünden, özgürlüklerden her türlü tavizi vererek yolsuzluk ve irtikâp soruşturmalarından kurtulmaya çalışan bir hükümetin varlığı da uluslararası piyasalardaki kırılgan Türkiye algısını çok daha fazla pekiştirmektedir. Ve kırılgan beşli olarak adlandırılan Brezilya, Hindistan, Endonezya, Güney Afrika ve Türkiye’nin arasında kırılganlığı en yüksek olanı olarak Türkiye gösterilmektedir.
Özellikle döviz kurlarındaki dalgalanma ve faizlerdeki artış bu sürecin öncü sarsıntılarıdır. Cari açığımızı makul bir sürede kapatamaz isek döviz kurlarında ilave yükselmelerle karşılaşabiliriz.
Böyle bir dönemde hem ticaret hem cari açık veren bir ekonomide sakınılması gereken en önemli konu belirsizlik ve bu belirsizliğe sebep olacak bir söylemle halkın kutuplaştırılmasıdır. Yurt dışından gelecek fonlara cari açığı kapatmak için ihtiyacı olan bir ülke olarak yatırım ortamı konusunda soru işaretleri oluşturma lüksümüz yoktur. Aksi takdirde sadece ekonomik şartları daha da ağırlaştırmış olacağız.
"RANT TABANLI İNŞAATA DAYALI BÜYÜME OLMAZ"
Dünyaya ve dolayısı ile şoklara tamamen açık bir ekonomiye sahibiz. Son küresel krizin ardından Dünya Ticaret Örgütü’nde mesafe alınamadığı görüldükten sonra TTIP(Trans Atlantik Ticaret ve yatırım ortaklığı) ve TPP(trans Pasifik Ticaret ve yatırım ortaklığı) ile ticaret ve yatırım odaklı iki pakt önümüzdeki dönem dünya ticaretine yön verecek. Türkiye olarak bir an önce gerekli adımları atmak ve bu sürecin içinde yer almak durumundayız. Aksi takdirde bölgesinde izole olmuş ve yurt dışına bağımlığı süren bir ülke olarak oldukça zor bir dönemin bizi bekleyeceği akıldan çıkarılmamalıdır.
Son dönemde yaşanan sanayiden, rantiye, müteahhitlik ve enerji sektörüne geçişi geri döndürmek ve üretimi yeniden karlı ve cazip hale getirmek için bir dizi tedbirin alınması gerektiği de kaçınılmazdır. Bu tedbirlerin bir kısmı mesleki eğitime yatırım, doğru, sade ve efektif vergilendirme, işgücü piyasasındaki esnekliktir. Bu noktadaki reformlar politik gelişmelerin gölgesinde kalmaktan bir an önce çıkarılmalı ve gerekli adımlar şeffaflıkla atılmalıdır.
Sağlıklı, sürekli ve dengeli ekonomik büyümenin yolu güçlü sanayi politikasından geçmektedir. Rant tabanlı inşaata dayalı büyüme modelinin kısa vadede istidama ve milli gelire katkısı olsa da uzun vadede sürdürülebilir bir büyüme modeli değildir. İspanya’nın akıbetine uğramamak için bu tuzaktan ısrarla kaçınmalıyız.
DIŞ POLİTİKA ELEŞTİRİSİ
Uzun vadeli bu görüşlerimizi paylaştıktan sonra sizlerin Başkanım şimdi biz 2014’de işimizi nasıl yönetelim diye sorduğunuzu duyar gibi oluyorum. Öncelikle borçlanmaya karşı hassas olmamız gereken bir dönemden geçiyoruz. Borçlarımızı kazancımız cinsinden almaya ve vadesini de bir yıldan az tutmamaya dikkat etmeliyiz. Mümkünse orta vadeli ve eşit ödemeli borçlanma tercih edilmelidir. Döviz ve faizlerdeki aşırı oynaklığın bir yıl daha devam etme ihtimali mevcuttur. Bu nedenle planlarımızı bu çerçevede yapmak en iyisi olacaktır. Tasarrufu ve verimliliği artırıcı önlemler en önemli stratejimiz olmalıdır.
Ekonomik olarak bu tedbirleri alırken dış politikamızın, iş dünyasının taleplerini, hassasiyetlerini ve kalkınmayı desteklemesi, ekonomi ve enerji gibi konuların dış politikamızın temellerine eklemlenmesi elzemdir. Ülkemizin ve bölgemizin etnik, dini ve siyasal renklilikler açısından zengin ve karmaşık olması, bizi düşmanlıklar üzerinden değil dostluklar üzerinden dış politika yapmaya ve bu yolla bir etki alanı oluşturmaya mecbur kılmaktadır. Yurtta Sulh Cihanda Sulh prensibi ve ‘Hayır Sulhtadır, Sulh Hayırdır’ düsturu iç politikamız için olduğu kadar, dış politikamız için de çok önemlidir. Ülkemizi ve bölgemizi kutuplaştırıcı ve ayrıştırıcı dış politikaların ülkemize ve bölgemize istikrar ve huzur getirmeyeceği açıktır. Türkiye’nin bölgesinde istikrarın merkezi olması ve müttefikleri nezdinde güvenilirliğinin devam etmesi dış politikamızın önemli unsurlarından olmalıdır.
2009 yılında başlayan Küresel mali kriz, Türkiye’deki Avrupa Birliği algısını menfi anlamda etkilemiştir. Bu süreçte, bir takım çevrelerin Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne artık ihtiyaç duymadığı söylemi tam anlamı ile ‘gerçeği ıskalamak’ tır. 10 yıl önce ekonomik olarak güçlü büyümemizde destek noktası oluşturan AB reformlarının da yeniden reform anlayışımızın temeline alınmasını arzu ediyoruz. AB ile siyasi gelişmeler sebebiyle kopma noktasına gelen üyelik müzakerelerinin yeniden canlandırılması gerekmektedir. Bu sürecin salt bir üyelik için gerekli bürokratik işlemler olmadığı ülkemizin dünyada rekabet edebilirliği arttıracak, ekonomik kalkınmamızda temel teşkil edecek ve demokrasimizi inşa edecek bir süreç olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız.
BAŞBAKAN’IN TUSKON’DAKİ KONUŞMALARINI HATIRLATTI
Geçtiğimiz 2 ayda toplumun birçok kesimi bir nevi şeytanlaştırmayı andıran siyasi söylemlerden payını aldı. Ancak TUSKON üyeleri tarihinde görülmemiş hakaretlere ve iftiralara maruz kaldı. Halbuki; bir önceki Genel Kurul Toplantımıza katılan Başbakan sizlere hitabını yine bu salonda şu sözlerle yapmıştı.
Aynen okuyorum: TUSKON'a, TUSKON'un tüm mensuplarına, özellikle Türkiye'nin adını dünyaya duyurdukları, ay yıldızlı bayrağın, bu aziz milletin büyüklüğünü en uzak ülkelere, en ücra kentlere şerefle taşıdıkları için, şahsım, ülkem ve milletim adına şükranlarımı sunuyorum. TUSKON, hırsı değil kanaati, kazanmayı değil paylaşmayı, sömürmeyi değil dayanışmayı savunarak, savunduğu değerlerin samimiyetle arkasında durarak, kendisini değil, ülkesini ve milletini öne çıkararak farklılığını ortaya koydu. En önemlisi de TUSKON, sırtını belli çıkar çevrelerine, çıkar odaklarına değil, millete dayadı. Kaynağını milletten aldı, ilhamını milletten aldı, motivasyonunu, ufkunu, misyonunu milletten aldı. Nasıl ki Mevlana, bir elini göğe açıp, bir elini toprağa uzattı, 'Hak'tan aldığımı halka veriyorum' dediyse, işte TUSKON, TUSKON gibi Anadolu evlatları, Anadolu kaplanları, Hak'tan aldılar, halkla paylaştılar, birlikte büyüdüler. Nasıl ki Mevlana, 'pergel misali, bir ayağın burada merkezde olacak, bir ayağınla alemleri dolaşacaksın' diye tavsiyede bulunduysa, işte Anadolu'nun aslanları da, güçlerini Anadolu topraklarından aldılar, tüm dünyayı deveran ettiler’.
Aynı Başbakan’ın aynı insanları, TUSKON’umuzu bugün burada ifade etmeyi kendimize yakıştıramadığım sözlerle tahkir etmesini neyle açıklayacağımızı bilemiyoruz. Biz dün neysek bugün de O’yuz. Bu sebeple de söylenen kötü sözlere dair hiç bir endişe taşımıyoruz. 50 yıllık, yüz binlerce insanın ortak değerleri ile ortaya çıkan bir hareketin 3-4 ayda aktan karaya dönüşeceğini kimseye inandıramazsınız. Ülkemizde örnek bir neslin yetişmesi ve sosyal yaralarımızın tamiri için çırpınan, dünyanın dört bir yanına Türkiye’nin değerlerini, duygu ve düşüncelerini yayan bu insanlara, atılan iftira ve hakaretleri sahiplerine iade ediyoruz. Bu gönül erlerinin her türlü övgüye ve iltifata layık olduklarını düşünüyor ve huzurlarınızda, onları en derin sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. TUSKON olarak 55.000 üyemizle maddi manevi bu kardeşlerimizin yanlarında olmaya sizin de onayınızla buradan söz veriyoruz.
FETHULLAH GÜLEN VURGUSU
Yine bu süreçte gerek ülkemizde gerekse Dünyanın 160 ülkesinde insanların güvenerek evlatlarını emanet ettiği Hizmet Hareketi’nin fikir mimarı ve ülkemizin yetiştirdiği en nadide şahsiyetlerden birisi olan Muhterem Fethullah Gülen Hoca Efendi’nin de aynı iftira ve hakaretlere hem de her gün meydanlarda alenen maruz kaldığını büyük bir üzüntü içerisinde takip etmekteyiz. Fethullah Gülen Hocaefendi 50 yılı aşkın süredir yalnız bu toplumun yaralarını değil dünyada kanayan bütün yaraları sarmak için bir mum gibi yanarak etrafındaki insanların gönüllerini tutuşturmuş, onları milletine adanmış ruhlar haline getirmiştir. Hocaefendi, Yunus Emre ve Mevlana’nın anlayışını ve ruhunu çağımızda yaşatan, milletimizin manevi dinamiğidir. Dünya namına bugüne kadar hiç kimseden bir talebi olmamış, evlatlarımıza ve neslimize sahip çıkabilmek adına kendinden önceki Yüce Kamet’ler gibi evlad-ı iyalden dahi geçmiştir.
Eminim sizler de bu dediklerime şahitlik edeceksinizdir!!! Birer imtihan vesilesi olarak dünya malı ve evladın verilmesindeki sırrı anlamayanların, bu yüksek mefkureleri ve adanmışlığı anlamasını beklemiyoruz ancak en azından saygı göstermelerini beklemekteyiz. Dostun attığı gülden bile incinen bir ruha sahip Hocaefendi’ye edilen kem sözleri kınıyor, bu sözlerin, sahiplerini iki cihanda da mahcup edeceğini düşünüyorum. Biz biliyoruz ki; Kem söz sahibine aittir. Eğitim hizmetlerinin dünyanın dört bir yanına açılmasını teşvik ettiği gibi iş dünyamıza da dünyanın tümünü hedef Pazar olarak tavsiye eden ve ufuk veren Muhterem Hocaefendi’ye, temel değerlerimizi bize yaşayarak anlattığı için biz de ayrıca müteşekkir ve borçluyuz. Burada kendisine duyduğumuz özlemi ifade ediyor, en derin hürmetlerimizi arz ediyoruz.
“17 VE 25 ARALIK YOLSUZLUK OPERASYONUNUN ÜSTÜ ÖRTÜLEMEZ”
Burada bir noktaya daha dikkatinizi çekmek istiyorum. 17 Aralık ve 25 Aralık’ta açılan davalarda ortaya çıkan fotoğraflar, kasalar, saatler, bavullar ve kutular hepimizi derinden üzmüştür, milletimizin hafızasına kazınmıştır. Yurt dışı bağlantılı iddialar ve bakanlarımızın bu iddialara aileleri ile beraber konu olması ülkemizin güvenliği adına bir fecaat arz etmektedir. Davada para aklama ile adı geçen ülkenin, bu bakanlarımıza bugün ortalığa saçılan bilgilerle şantaj yapmış olması ihtimali dahi ülkemizin siyasi karar alma mekanizmasının güvenirliğine dair çok önemli sorulara ve büyük endişelere sebep olmaktadır. Ancak bu endişelerin ve sorunların çok daha büyüğü hükümetimizin bu soruşturma ve davalara karşı verdiği cevaplarla ortaya çıkmış ve sürece, yasa ve teamüllerin rağmına yapılan müdahalelerle bir hükümet sorunu olan yolsuzluk bir devlet sorunu haline getirilmiştir. Sebebi her ne olursa olsun yürütülmekte olan bir davaya müdahale edilmesi asla kabul edilemez.
Hele ki bu devletin savcılarının, hakimlerinin ve güvenlik güçlerinin 14 ay süren bir soruşturma ve binlerce delil ile kanuni yollarla ortaya çıkardıkları büyük bir yolsuzluk skandalı asla bir darbe girişimi olarak adlandırılamaz ve üstü örtülemez. Hiçbir delil olmaksızın yargı ve güvenlik güçlerine ağır ithamlarda bulunarak onları dış güçlerin maşası olarak suçlamanın, darbe yapmakla itham etmenin dünyada başka bir benzerini hiç görmedik.
Başta yolsuzluk soruşturmalarını yürütenler olmak üzere binlerce emniyet müdürü ve güvenlik mensuplarının kışın ortasında aileleri ile birlikte görev yerlerinin değiştirilmesi devlet işleyişine vurulmuş bir darbedir. Başta yolsuzluk soruşturmalarını yürütenler olmak üzere, bu insanlara isnat edilenler gibi bir suç var ise delilleriyle mahkemeye getirilmeli, yargılanmalı ve usulüne uygun şekilde cezalandırılmadır. Devlet geleneğimiz de, modern devlet anlayışı da bunu gerektirir.
“YARGIYA KARŞI ÇIKILIYOR”
Yolsuzluk operasyonlarıyla başlayan sürecin sonrasında ülkemizin normalleşmesine yönelik en önemli adımlar olarak gördüğümüz ve tutumu sebebiyle hükümeti alkışladığımız Ergenekon ve Balyoz davalarının dahi aynı şekilde sorgulanmaya başlaması işin vahametini ortaya koymaktadır. Öyle ki adi suçlardan suç üstü yakalananlar bile güvenlik güçlerine karşı gelmekte, yargı kararlarını sorgulamaktadırlar. Unutulmamalıdır ki; Yargıya ve yargının güvenilirliğine vurulan her bir darbe bu devlete konulmuş bir dinamittir. Her mahkeme salonunda yazan ve kaynaklarımızda Hz. Ömer’e ait olan sözde ifade edildiği gibi ‘Adalet Mülkün Temelidir’, bu sözdeki mülk de devletin ta kendisidir. Bugün yapılanlarla adalete güven sarsılmaya çalışılmakta ve devletin varlığının sorgulanmasının önü açılmaktadır. Bunu asla kabul edemeyiz.
Diğer yandan Yargı erkinin görevini ifa etmesini engelleme ve yargıyı cunta faaliyetleri içerisinde gösterme çabalarının, yakın zamanda yargının öncelikle tarafsızlığını, sonrasında da bağımsızlığını elinden alacak düzenlemelere dönüştüğünü büyük bir endişe ile izlemekteyiz. Daha önce başta Anayasa olmak üzere, toplumsal desteği geniş, bireysel hak ve özgürlüklerin genişletilmesi gibi konularda bile, mutabakat arayan hükümetin, geçtiğimiz 2 ay içerisinde devletin temel işleyişini kökünden değiştirecek Özel Yetkili Mahkemelerin Kaldırılması, HSYK ve MIT yasası gibi konularda hiçbir toplumsal tartışma ve mutabakat olmaksızın yasal düzenleme yapması endişelerimizi katlamıştır. 2010 Referandumu’nda milli iradenin yüzde 58 oy vererek yaptığı değişikliklerin sivil toplumun ve uluslararası kuruluşların itirazları göz ardı edilerek alelacele bir şekilde değiştirilmesi bu endişelerimizin delilleridir. Türkiye’nin en fazla üyeye sahip iş dünyası sivil toplum örgütü olarak bu düzenlemelere karşı olduğumuzu daha önce yazılı bir açıklama ile kamuoyuyla paylaşmıştık. Bugün de bu görüşümüzün arkasındayız, zira bu düzenlemeler en hafifiyle yüzde 58’lik milli iradeye saygısızlıktır.
SÜRECİ TARAFSIZ OLARAK YENİDEN DEĞERLENDİRİN
Bu yasal düzenlemelerle alakalı Türkiye’nin de üye olduğu Avrupa Konseyi’nin Venedik Komisyonu’nun ciddi çekinceleri bulunmaktadır. TUSKON Başkanlar Kurulu’nun da açık destek verdiği 2010 Anayasa Referandumunda her konuda görüş alışverişinde bulunulan Venedik Komisyonu’nun bu yasalara dair ön incelemelerinde verdiği olumsuz görüşler sebebiyle devre dışı bırakılması endişelerimizin haklılığını ortaya koymaktadır. AB Komisyonu’nun da yukarıdaki konulara dair endişelerini defalarca dile getirdiğini, Avrupa Parlamentosu üyelerinin de bu düzenlemeleri sert bir dille eleştirdiklerini ve Türkiye’nin dostlarının bile üyelik müzakerelerinin askıya alınması gibi tehlikelere dikkat çektiklerini unutmamalıyız. Bu bağlamda AB Konseyi’ni, müzakerelerde önünde bir üyenin tek taraflı engellemesinin haricinde hiçbir engel bulunmayan Yargı ve Temel Hak ve Özgürlükler konulu 23 ve 24 numaralı konu başlıklarını acilen açmaya davet ediyoruz. İçeride tarafgirlikle bunalan zihinlerimizi dışarıdan nasıl görünüyoruz, tarafsız olanlar meseleye nasıl bakıyorlar sorusu etrafında bütün bu süreci yeniden değerlendirmeye davet ediyoruz.
28 Şubat döneminde eğitimimize vurulan darbenin etkisi daha silinememişken ve eğitim politikamız artık tescilli bir milli başarısızlığa dönüşmüşken, yüzbinlerce atanamayan öğretmen ve öğretmensiz okullar gerçeği ortadayken, var olan doğruların da eğilip bükülerek on binlerce insanın kazanılmış haklarını gasp eden ve eğitimde eşitsizliği azaltan, terörün önünü kesen dershaneleri kapatan, yangından mal kaçırırcasına hazırlanan milli eğitim yasa tasarısının da milli menfaatlerimizle taban tabana zıt olduğunu düşünüyoruz.
BANK ASYA ELEŞTİRİSİ
Bu dönemin bir diğer fecaatini ise üyemiz olan Bank Asya’ya yönelik siyasi ve idari linç operasyonunda gözlemledik. Yüzde 50’nden fazlası halka açık ve Borsa’da işlem gören bir bankayı, devlet iştirakleri ve iktidara yakın şirketlerin aynı günde vadeleri dolmadan hesaplarındaki tüm paraları çekerek batırmaya çalışmışlardır. Dünyada finansal piyasaların kırılganlıklarının en üst düzeyde olduğu bir dönemde ülke ekonomisine en büyük darbeyi vuracak bu adımın mes’ullerinden hesap sorması beklenen ve bu tür spekülasyonları engellemekle sorumlu devlet kurumları SPK ve BDDK bu rezaleti sadece izlemiş ve böylece görev suçu işlemiştir. Bir tek bankanın batmasının zaten zorlanmakta olan ekonomimize olan güveni tarumar edeceği ekonominin temel denklemlerini bilen herkesin göreceği bir gerçektir. Ama hamdolsun ki bu millet kendi kurumuna sahip çıkmış gerektiğinde arabasını evini satarak hem bankayı hem de ekonomimizi kurtarmıştır.
Parlamenter bir demokrasi için siyaseten çok güçlü ve etkili olan, görevi gereği erklerin sağlıklı işleyişini düzenlemekle mes’ul Cumhurbaşkanı’nın bütün bu hukuksuzluklar karşısında sessiz kalmasını ve başında olduğu Cumhur’u öksüz bırakmasını ciddi bir ızdırabla izliyoruz.
SİYASİLER SERVET EDİNMEK İÇİN İŞ DÜNYASINA GİRSİN
Son günlerde bazı siyasetçiler Sivil Toplumu kastederek sık sık muhalefet yapacaklarsa parti kursunlar siyasete girsinler diyorlar. Buna karşılık bazı işadamları da verdiğimiz vergilerin, ülke kaynaklarının nasıl kullanıldığını bilmek en doğal hakkımız diyorlar. Bunu yapmak niçin muhalefet olsun diyor ve şunu ekliyorlar;
Siyaset Millete hizmet etme yeridir, para kazanma, servet edinme yeri değildir. Para kazanmak isteyen siyasileri eşit şartlarda rekabet edebilmek adına siyaseti bırakıp, şirket kurup iş hayatına girmeye davet ediyoruz.
Sonuç olarak yaşadığımız bu sürecin siyasi anlamda oluşacak ağır maliyetlerinin yanı sıra kısa, orta ve uzun vadede ulusal ve uluslararası arenada çok ağır ekonomik ve ticari maliyetlere de yol açacağını unutmamamız gerekiyor. Büyüme ve gelişme için hem yurtdışından doğrudan yatırıma, hem de yurtdışından finansman bulmaya ihtiyacı olan Türk ekonomisinin, yurt dışında ‘öngörülebilir bir hukuk devletinden’, ‘bir gecede değiştirilebilen sözde kanunlar ülkesine’ dönüşen ülke algısı nedeniyle ciddi bir güven, finansman ve yatırımcı kaybına uğrayacağı endişesini taşıyoruz.
Herkesi devletimizin ve ülkemizin geleceğini muhafaza etmek için adalete ve hukukun üstünlüğüne saygılı olmaya ve yargının bağımsızlığını zedeleyecek adımlar atmamaya davet ediyoruz. Erklerin işleyişinde büyük bir sıkıntıyı ortaya çıkaran ve devletimizin geleceğini tehdit eden bu hususta başta Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan ve Muhalefet Liderleri olmak üzere tüm sorumluları göreve davet ediyoruz.
"YAMUK İŞLER GİZLENİYOR"
Sizlerin çok büyük mücadeleler ile yatırım, imalat ve ihracat yapma çabalarınız ve bunların sonucunda büyümeye ve istihdama yaptığınız katkılar gerçekten takdire şayandır ve bütün Dünyada gıpta ile izlenmektedir.
Ancak milli gelirimize oranı yüzde 12 civarındaki iç tasarruflarımız ihtiyacımız olan yüzde 7'ler civarındaki büyümeyi finanse etmeye yetmemektedir. Ülkemiz sürekli yüksek miktarda yabancı sermaye girişine ihtiyaç duymaktadır. Ancak yabancı sermayenin gelebilmesi için bazı şartların mevcut olması gereklidir, bunlar nelerdir ve Türkiye olarak biz bunları sağlamakta ne kadar başarılıyız?
İş yapma kolaylığı : Türkiye Dünya’da 69’uncu sırada gelmektedir.
Ekonomik özgürlük notu : Dünyada 73. Sıradayız.
Ülke notu sıralamasında : 64'üncüyüz
Düzenleme kurullarının kalitesi: 69'uncuyuz
İhtilafları çözme kolaylığı endeksi : 130'uncuyuz
Küresel rekabet edebilirlik endeksi : 44'üncüyüz
Yolsuzluk kontrol göstergesi : 78'inciyiz
Yolsuzluk algı endeksinde : 180 ülke arasında 58'inciyiz
Son gelişmeler etrafında 2014’te ilk yüze bile maalesef giremeyeceğimizi düşünüyoruz.
Bu seviyelere hepinizin şaşırdığını özellikle yolsuzlukla ilgili göstergelerin gerçek olamayacağını. Montaj ve düzmece olduğunu hatta paralel yapının işi olabileceğini söylediğinizi duyar gibiyim.
Zaten son günlerde medyada büyük şaşkınlık ve üzüntü ile izlediğimiz haberler, tapeler ; paralel, üçgen, dikdörtgen’e bakın derken ne kadar yamuk işlerin gizlenmeye çalışıldığını, nelerin götürüldüğünü de çok net ortaya koyuyor.
HAKİKİ PARALEL YAPIYA GÜNEYDOĞU'DA GÖZ YUMULUYOR
Paralel tartışmaları ve bu tür söylemlerle ortalık bulandırılırken ülkemizin güney doğusunda hakiki bir paralel devlete göz yumulmakta ve ülke sonu belirsiz bir mecraya doğru sürüklenmektedir.
Bizler iş Dünya’sı olarak ülkemizin aldığı yolu ve yapılan olumlu işleri inkar ediyor değiliz ancak herkesin diline doladığı orta gelir tuzağına niçin yakalandığımızı ve neden kurtulmak için debelenip durduğumuzu izah etmeye çalışıyoruz. Bu veriler, son yıllarda ülkemize gelen yabancı sermayenin ağırlıklı olarak ya sıcak para şeklinde borsaya yada gayrimenkul ve rant alanına geldiğini ve neden sanayi ve üretime gelmediğini net bir şekilde açıklıyor.
Sizler bir yandan hepiniz için geçerli olan yurtiçindeki bu engelleri aşarak yatırım ve üretim yapıyorsunuz . Bir yandan da ürettiklerinizi küresel rakipler ile mücadele ederek başkalarının mevcudiyetini bile bilmedikleri ülkelere satıyorsunuz. Bunları yaparak ülkemizi en ağır küresel krizlerden Allah’ın izni ile hasarsız geçiriyorsunuz. Ülkemizin büyümesine insanların iş ve aş sahibi olmalarına vesile oluyorsunuz.
Tüm bunlar size zor gelmiyor ama oylarınızla yönetime gelenlerin sizleri haşhaşilikle, ur , virüs , kandan beslenen vampirler olmakla suçlamaları çok ağırınıza gidiyor biliyorum. Ama sokakta, otobüste, kahvede, medyada duyup gördüklerimize göre şuna da inanıyorum ki yakın gelecekte kimlerin inlerde yaşadığını, kimlerin saklanacak in arayacağını, kimlerin müsvedde kimlerin asıl olduğunu herkes görecek.
Bu arada sizlerin sosyal sorumluluk bilinci yüksek vatandaşlar olarak daha çok çalışmaya, meşru yoldan daha fazla kazanmaya ve kazandıklarınızı ülkemize ve insanlığa hizmet yolunda harcamaya devam edeceğinize inanıyorum.""
http://www.odatv.com/n.php?n=servet-kazanmak-isteyen-siyasiler-is-dunyasina-gelsin-0103141200
0 comments
Write Down Your Responses