Ekonomik tetikçiler bu gerçekleri Başbakan'a söylemez
Hazine en son 2013 Nisan ayında otuz yıl vadeli dış borçlanma tahvil ihracı yapmıştı. O ihalenin gerçekleşen faizi % 4.75 olarak açıklandı. Yaklaşık on aylık dönem sonunda Hazine’nin dış borçlanma maliyeti % 42 oranında artmıştı.
YÜKSEK CARİ AÇIK
Artan sadece dış borçlanma maliyetleri olmadı. Kurlar arttı, enflasyon yükseldi ve faizler yükseldi. Büyüme düştü ve düşük kalmaya devam edecek. Ekonomi bir darboğazın içine girdi. Temel nedeni biliniyor. Son açıklanan 2013 yılının gerçekleşen yıllık cari açık büyüklüğü bir kez daha darboğazın gerçek nedenini gösterdi. 2011 yılında GSYH’nin % 10.1’i, 2012 yılında % 6.4’ü olarak gerçekleşen cari açık, 2013 yılında yeniden hızlandı ve GSYH’nin %8.1’i oldu. Son üç yıllık dönemin ortalaması alındığında, cari açık % 8.2 düzeyinde seyrediyor. Uluslararası karşılaştırmalara baktığımızda “cari açıkta” Türkiye ilk sırada. Türkiye bir kez daha dış ticaret darboğazından kaynaklanan sonuçlarla yüksek cari açık veriyor ve finanse edebilmek için yüksek dış borç yükünün altına giriyor.
Son üç yıllık dönemde (2010-2013) Türkiye’nin dolar cinsinden GSYH’si 732 milyar dolardan 810 miyar dolara çıktı. Bu rakam, 2013 yılı sonu son kur hareketlerinden sonra beklenen gerçekleşme. GSYH’de üç yıldaki artış 78 milyar dolar. Aynı dönemde Türkiye’nin “cari işlemler açığı” 189 milyar dolar. Aynı dönemde sadece kısa vadeli borçlanma ihtiyacı 77 milyar dolardan 148 milyar dolara çıkmış. Kısa vadeli borçlanma ihtiyacı % 92 oranında ve 71 milyar dolar artmış. Artan kısa vadeli borçlanma tutarı neredeyse aynı dönemdeki dolar cinsinden GSYH toplam artışı kadar.
ŞİMDİ BİR KEZ DAHA BU NOKTADAYIZ
Israrla şu söylendi: Türk ekonomisi AKP iktidarının başarılı ekonomi politikaları ile “krizlerden” etkilenmeden yoluna devam etmiş, ancak “Gezi Parkı” gösterileri ve son olarak da “17 Aralık girişiminden” etkilenerek sıkıntılı bir döneme girmiştir. AKP iktidarı ekonomik alanda çaresizlik içinde yaşananları “ekonomik olandan, siyasi olana” kaydırmaya çalışmaktadır. Doğru değildir. Gezi Parkı ve 17 Aralık söylemleri geçmişte sıkça yapıldığı gibi gene bir “algı yaratma” girişimidir. Türk ekonomisinin mevcut “kırılgan yapısı” dış ekonomik dengesindeki kırılganlıktan kaynaklanmaktadır. Bu sorun çok uzun yılların sorunudur.
DERİNLEŞEN KIRILGANLIK
Bir “uluslararası ekonomik tetikçi” var. Geçtiğimiz haftalarda Türkiye’de idi. “Gezi” ve “17 Aralığı” kullanan dış güçlerin Türk ekonomisini nasıl zor duruma sokmak ve bölgesel bir güç olmasını engellemek için uğraştıklarını söyledi. İnanmaya hazır bir kesim zaten vardı. Hemen inandılar. Kimdi bu dış güçler; “ekonomik tetikçi” Perkins’in kitabında yazdığına göre, IMF ve Dünya Bankası. Dış kaynaklı lobiler senaryosu bir kez daha gündeme dahil edildi.
ABD Merkez Bankası FED’in yeni başkanının geçen hafta içinde ilk açıklamasına eklenen bir değerlendirme çalışması sunuldu. Onun açıklamasına göre, gelişmekte olan ekonomiler son üç yıldır uyguladıkları para politikalarının sonucu olarak “kırılgan” konuma gelmişlerdi. Bu ülkeler içinde de Türkiye “kırılgan ekonomiler listesinin” ilk sırasında yer almaktaydı. Merkez Bankası’nın ısrarla “özgün para politikası” olarak nitelediği bu deneysel politikalar FED çalışmasında kırılganlığın derinleşmesinde belirleyici olarak değerlendiriliyorlar.
Açık olan şu: Türk ekonomisi yaklaşık on yıllık bir aradan, 2000-2001 ekonomik darboğazından sonra bir kez daha aynı nedenlerle, dış dengeye bağlı olarak yaşanan “cari açık” sorunu nedeniyle “kırılgan bir ekonomi” konumunda. Cari açığının büyüklüğü kabul edilebilir olmanın çok ötesinde ve bu açığı finanse edebilmek için dış kaynak imkanı çok sınırlanmış durumda. Kısa vadeli sermaye girişlerinin durduğunu açık olarak izledik. Şimdi Hazine’ni uzun vadeli borçlanmalarında maliyetlerin hızla arttığını görüyoruz.
EKONOMİDEKİ SORUNLARIN NEDENİ UYGULANAN POLİTİKALAR
Gezi Parkı ve 17 Aralık söylemleri, geçmişte sıkça yapıldığı gibi gene bir “algı yaratma” girişimidir. Türk ekonomisinin “kırılgan yapısı” dış ekonomik dengesindeki kırılganlıktan kaynaklanmaktadır. Bu sorun çok uzun yılların sorunudur. 1980 Eylülist Rejimi, “24 Ocak Programı” ile ve dış dengedeki bu kırılgan yapıyı kökten çözeceği iddiası ile iş başına gelmiştir. Bu iddialı program 1988 yılından başlayarak tökezlemiş ve 1989 yılında 32 sayılı karar ile “sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi” ertesinde sıcak para girişleri ile sürdürülmeye çalışılmıştir; 1994 devalüasyonunda sonra, 1998 yılı ortalarında ise tam anlamıyla iflas etmiştir. 1998 yılında başlatılan önce “yakın izleme anlaşması”, sonra 1999 yılı Aralık ayında ilan edilen IMF+Dünya Bankası destekli “Stand-By Programlarına” rağmen, ki aralıksız sekiz yıl IMF’in gözetiminde sürdürülmüştür, şimdi Türkiye bir kez daha, 2014 başında, aynı tür dış denge kaynaklı bir “kriz yaşamaktadır”. 12 Eylül Rejimi’nin başlattığı ekonomi politikası en son AKP iktidarında da hızını kaybetmeden sürmektedir. Sonuçları da aynı noktaya varmıştır.
Yaklaşık 34-35 yıllık bir sürecin sonunda başlangıç noktasına, 1978-1979 “Dış Denge Darboğazı” noktasına varılmıştır. Büyüdüğü, geliştiği ısrarla söylenmesine karşılık, 35 yıl sonra şimdi Türk ekonomisi, tasarruf ve yatırım gücünü kaybetmiş, sanayileşme ivmesini yitirmiş, kendisini bütünüyle kısa vadeli dış kredilerin, sıcak paranın “insafına” terk etmiş bir konumdadır.
YAPISAL REFORM EFSANELERİ
Biz “yapısal reform” söyleminden korkarız. Bu söylem IMF-Dünya Bankası söylemidir. Geçmişte, son 35 yılda iki kez yaşadık. Bugün yaşadığımız ekonomik deformasyonun ortaya çıkmasına ve Türkiye’nin güç-zemin kaybetmesine neden olan programlardır. Türk ekonomisini getirdiği yer bellidir.
Son otuz beş yıldır Türkiye’de iktidar koltuğuna oturan siyasi partilerin iktisat politikalarının birbirinden hiç farkı olmadığını bir kez daha test ediyoruz. 2000’li yılların hemen başında krizler öncesinde kurulmuş olan Bağımsız Sosyal Bilimciler İktisat Grubu olarak, Türkiye’de yaşanan bu süreci, “Farklı İktidarlar Tek Siyaset” formulü ile değerlendirmiştik.
O tarihlerde iktidara hazırlanan ve 2002’de iş başına gelen AKP farklı olduğu söylüyordu. AKP’nin hiç itirazsız devir aldığı 1999 Yapısal Reformları ile Türkiye’de kamu ekonomisinin sahip olduğu imalat sanayiinden enerjiye, turizmden tarıma, ulaştırmadan madenciliğe çok sayıda büyük-orta boy ve küçük üretim tesisi özelleştirildi. Özelleştirmeden aslan payını AKP iktidarı topladı. 2013 yılı sonu itibariyle yapılan özeleştirme toplamı 50 milyar doları aştı. Bu kaynağın tamamını AKP iktidarı tüketti.
AKP 2002 yılı sonunda hükümete gelmeden önce, IMF Programı ile dayatılan “yapısal reformların” hepsi tamamlanmıştı. AKP bu yapısal reformların yarattığı, bedelini sıradan yurttaşın ödediği, bütün alt-yapıyı son on yılda kullandı ve tüketti.
AKP iktidarının geçmiştekilerden hiçbir farkının olmadığı açık; gelinen noktada yaşanan dış denge dar boğazı, geçmiş 35 yılda her on yılda bir yaşanan darboğazlardan farklı değildir. AKP’nin, sorumluluğu, ekonomik tetikçileri kullanarak, dış kaynaklı lobilerin “Gezi” ve “17 Aralık” senaryolarına bağlama çabası vardır. Ancak bu, son 12 yıllık iktidarında söz konusu dış kaynakların ekonomik modelini uyguladığı gerçeği değişmemektedir. Yaşanan darboğazın nedeni bu modeldir. AKP bu modeli hiç itirazsız uygulamıştır.
AKP yaşananları “ekonomik olandan, siyasi olana” kaydırmaya çalışmaktadır. Doğru değildir. Türkiye 1980 sonrasından başlayarak ekonomik alanda kaybettiklerini düşünerek kendini yeni bir çıkış yolu bulmaya hazırlanmalıdır.
http://www.odatv.com/n.php?n=ekonomik-tetikciler-bu-gercekleri-basbakana-soylemez--1702141200
0 comments
Write Down Your Responses